30 Eylül 2007 Pazar

Cuma gecesi korkusu

Cuma günü 1408'i seyrettik Badem'le. Filmin ilk dakikalarında biraz gerildiğimi itiraf etmeliyim. Ama sonuna kadar dayanıp da film bittiğinde "Eeeee?" dedim kendi kendime. Bu mudur yani?
Sevdiğimiz abimiz John Cusack'ı daha iyi filmlerde görmeye alışmıştık biz ya. Mesela Identity'deki performansı bana göre süperdi. Serendipity'de çok şekerdi vs. Abim 1983'ten beri oynuyor filmlerde ve ımdb'de kayıtlı 56 filmi var. Gayet güzel bir rakam yani. Olmadı John abicim!

28 Eylül 2007 Cuma

Üçüncü oldu sanırım

Bugün bomba gibiyim ya :) Film üzerine film yazdım. Sanki kendim çekmişim gibi :))


Aslında hala sinirlerim bozuk. Dünkü olaylardan sonra. Ama şimdilik iş yerini sallamaya karar verdim. Dilekçemize cevap gelene kadar böyle..


Neyse filmimize dönelim. Çok eğlenceli olmasa da yazalım..


Filmimiz Evan Almighty. Birinci film olma özelliğiyle Bruce Almighty çok eğlenceli bir filmdi. Belki de Jim Carrey'nin keyifli oyunculuğuyla.. Bu filmde ilkindeki etki yokru. Komik de değildi. Tek güzel tarafı Gilmore Girls'teki anne rolüyle beğenerek izlediğimiz Laura Graham'ı burda eş rolünde görmekti sanırım. Yine de filmaniaca ekledim. Film özetini ordan bulabilirsiniz.

Sevimli insanlar kafilesi :)

Hem de ne sevimli. Şimdiye kadar oynadığı rollerin de etkisi var belki diyeceğim ama yok yok tipten kaynaklanıyor. Charlies' Angels'ta gayet vurdum kırdımdı ama orda da esprili bir kişiliği vardı..

Kimden mi bahsediyorum? Tabi ki Drew Barrymore'dan. En son Lucky You adlı filmini seyrettiğimizden bahsetmiş ama konudan pek bahsedememiştim. Çok uzun olmasa da ekledim bir şeyler filmaniaca.














Rol arkadaşı Eric Bana'yı da en iyi Hulk'tan biliyoruz sanırım. Sevimli yeşil canavar yani :)


Filme gelince gelişimini filmaniacta okursunuz. Kısaca sevdim diyeyim..

Bir film daha..

Tamamdır, Bug'ı da ekledim filmaniaca. Merak ediyorsanız tıklayınız şekerler. Ben seyrederken içim bayıldı gerçi ama belki böyle filmleri sevenler vardır diye ekledim. Bir de emeğe saygı tabi.. :)

27 Eylül 2007 Perşembe

Bir Film Ekledim!

Nihayet Knocked Up'ı ekledim filmaniac kısmına.

Güzeller güzeli Katherine Heigl ve Seth Rogen'in şeker oyunculuklarıyla çoğu zaman komik bazense sinir bozucu bir filmdi. Seyredin bence, eğlenceli sonuçta.


Bir de sonunu da fısıldadım yorumlarımın sonunda :)) İşte son budur canım :) Diğer türlüsünü sevmiyorum ben. Ne gerek var değil mi ama?


Katherine Heigl'i çok severek seyrettiğim Grey's Anatomy dizisinden yakınen tanıyoruz pek de seviyoruz. Hem güzel hem sevimli hem oyuncu. E daha ne olsun :)




Seth Rogen'ın ise Dawson's Creek'te bile oynamışlığı varmış. Hiiiiiiiiç hatırlamıyorum. Gerçi ilk sezonda oynamış, hatırlamamam normal yani.


Donnie Darko'da ve You, Me and Dupree'de de oynamış ki onlarda da hatırlayamadım. Bu arada bu iki film de güzeldi.


You, Me and Dupree çok eğlenceliydi :) Owen Wilson acaip eğlenceli bir karakter zaten :) Seviyoruz kendisini..

Amirin ahlaklısı makbuldur..

Yok yok! Bu şekilde olmaz.. Şu istifa işini ciddi ciddi düşünmeye başladım ben. Bir çıkış yolu arıyorum sürekli ama savaşımı yaparken asıl adamdan destek alamayınca hep sonuçsuz kalıyor çabalarım..

Eskiden 5 olan depo sayısını 4'e indirmişler. Bu da a, b, c olmayan her şeyin d sayılmasını dolayısıyla bana yüklenecek ek işler geleceğini anlatıyor bana ve mesai arkadaşlarıma. Anlatamıyoruz! Saymaya d'den başlarsanız göreceksiniz ki aslında bu d'ye de girmiyor. Hadi d'den başlayalım birlikte. Bu malzeme d, a, b değil. Öyleyse c'dir. Böyle bir mantık yok ki. Elmayı armut deposuna sokmaya çalışıyorlar. Bu şekilde dünyanın malzemesi yetkime veriliyor. Bu kadar yük altında sadece 1 insanı ezmek hangi iş ahlakına uyuyor peki? Uyup uymaması sorun değil ki. Sen eşşeksin işte. Eşşek kadar yükü tek başına sırtında taşıyabilirsin.

Vallahi yok. Ben buraya marangoz sıfatıyla alınmışsam marangozluk yapmalıyım. Hastanede çalışıyorum diye hastabakıcılık yaptırılmamalı bana. Ama şu an yapılan bu işte. Ya eczacıyım ben. İşe girerken bunu bilerek aldınız beni. Kapı gibi diplomamı verdim size. Eczacı sıfatımı da verdiniz. Ama şu an yaptırdığınız amelelik ya. Hani ilaç nerde? Görmüyorum ki ben ilaç falan. Eczacı meczacı fasa fiso diyorlar bana. Sen sağlık personelisin. Tıpkı doktorun ve hemşirenin de sayıldığı gibi. Bu işi sen yapacaksın.

Aynı sayılıyorsak doktor yapsın o zaman bu işi. Ya da hemşire. Olmaz! Adam yok.

Koskoca hastane. 450 yataklı. 100 küsür hemşire var. 60-70 doktor var.

Eczacı sayısıysa 6.

Hemşire yetersiz, doktor yetersiz. Ama eczacı sayısı çok. Saymakla bitmez. Tamı tamına 6! Altı.. 1-2-3-4-5-6. Altmışın onda biri. Yüzyirminin yirmide biri. Ama çok işte..

Bu nasıl bir anlayıştır ya?

26 Eylül 2007 Çarşamba

İftar vakti

Dün uzunbacak ve sevgili eşi body bize geldi. Niyetimiz birlikte iftar etmekti. Biz Badem'le oruç tutmuyoruz ama uzunbacakları çok sevdiğimizden maksat muhabeet olsun diye her fırsatta yemeğe çağırıyoruz. Dakyüzleri de öyle. Onlar da bizi tabi :)

Neyse, niyetimiz dedim çünkü biz oruç tutmadığımız için ramazan cahili olarak dün saat kaçta ezan okunacağını hesaba katmadan hazırlıklara başladık Badem'le. 7'ye 5 kala zil çaldı. Baktık uzunbacaklar geldi. Oh dedim içimden. Daha hiçbir şey hazır değil. Uzunbacak biraz yardım eder. En azından o çorbayı karıştırırken ben de salatayı hazırlarım.

Çat ezan okundu! Benim ağzım hangar kapısı gibi açılmış o dakika. "Aa" diyip kalmışım. En son annemlere gittiğimizde çeyrek geçe okunmuştu yaa.. Sanki daha önce oruç tutmadım! Tuttuuuuum. Ama dalgınlığıma gelmiş, dakikaların değiştiğini unutmuşum!

Allahtan yemekte çorba, balık ve salata vardı da çok vakit harcamamız gerekmedi. Neyse günü sonunda arkadaşlarımız aç kalmadı da biz de rahat bir nefes aldık :)

25 Eylül 2007 Salı

Otobüsten insan manzaraları

Otobüste iki öğrenci var. Başları sımsıkı kapalı, iki kız öğrenci.

Bir duraktan sivil giyinmiş, otobüsteki öğrencilerle yaşıt görünen bir kız daha biniyor otobüse. Otobüstekilerden biri hemen atılıyor :"sen Halil'i tanıyon mu?"

"Hayır" diye sakince cevap veriyor sonradan binen kız. Diğerleri bağıra bağıra birbirleriyle konuşuyor. "Hayır beeeee, Halil'i tanıyo bu. Ben biliyom bunu işte"

Öğrencilerden fırlama olan bir daha yükleniyor sivil giyimli kıza:"Sen Halil'in arkadaşısın di mi?"

"Hayır" diye sakince cevaplıyor genç kız yine. Bu sefer iyice afallıyor kapalı kızlar. "Hayır arkadaşı bu ya, ben görüyom bunu yanında".

Bu sefer diğeri dayanamıyor ve soruyor:"Sen bizle aynı okulda okumuyon mu?"

Sivil giyimli kız bu sefer baygın vaziyette "Hayııııır" sonunda dayanamayıp gülüyor durumun vahimliğine ve gidip boş bir koltuğa oturuyor..

24 Eylül 2007 Pazartesi

Elbette unutmuşum!

Geçen gün seyrettiğimiz filmlerden bahsedeyim demiştim. Tabi unutmuşum birini. Goodnight diye bir film de seyretmişiz :) Dün Badem'e sordum o hatırlattı. Bir de dün Mr. Brooks'u seyrettik.

Filmlere gelince Goodnight bence gereksiz bir filmdi. Bir filmi gereksiz olarak değerlendirmek yanlış belki de. Seven olmuştur sonuçta. Benim için iyi değildi diyelim. Sıkıldım yani filmden.

Mr. Brooks güzeldi. Kevin Costner'ı seri katil rolünde görmek değişikti. Beğendim ben. Üzerinden biraz daha zaman geçseydi eski bir film diyecektim. Seyretmekte biraz geciktik kısacası ama güzeldi. Tavsiye ederim.

Tekrar görüşene kadar iyi seyirler o zaman :)

23 Eylül 2007 Pazar

hepsi bu

Haftasonu neler seyrettik neler. Hepsi aklımda bile değil.

Filmlerden önce unutmadan ekleyeyim. Bir ara daha ayrıntılı bahsetmek de isterim hatırlayabilirsem :) Öncelikle Halil ile Menekşe diye bir dizi başladı. İlk bölümden başladım seyretmeye. Aslında Türk dizilerine karşı kötü bir önyargı var bende. Öyle vurdulu kırdılı, töreli, silahlı, maçolu dizileri pek sevmiyorum. Halil ile Menekşe'de de aslında silah var ucundan azıcık. Ama bahsettiğim tür dizilerden değil. Belki de şimdilik, bilmiyorum. Ama öyle olana kadar seyredeceğim. Bir kere Kıvanç Tatlıtuğ'u ekrana çok yakıştırıyorum. Rol arkadaşı da çok şeker. Arkadaşlar üşenmemiş dizi için blog bile hazırlamışlar. Buyrun bakın : Halil ile Menekşe.

Gelelim seyrettiğimiz filmlere. Knocked up, Bug, Lucky You ve on milyonuncu kez Star Wars Attack Of The Clones.

Filmlerin özetlerini filmaniac kısmına yazacağım. Ama o zamana kadar kısaca bahsedeyim hemen.

Knocked up şirin bir filmdi. Grey's Anatomy'den hayran olduğumuz Lizzie (Katherine Heigl) başrolde olunca film şekerlikten geçilmiyor :) Bir gecelik ilişki yaşadığı Ben'den hamile kalınca işler karışıyor..

Bug, sinir hastası bir adamın sinir hastası adayı bir kadınla tanışıp onu da kendine benzetmesi hakkında sinir bozucu bir filmdi!

Lucy You pokerin nasıl oynandığını bilsem çok daha eğlenebileceğim hoş bir filmdi. Drew Barrymore ve Eric Bana'nın oyunculuklarıyla da güzelleşen bu filmi tavsiye ederim.

Hepsi bu..

Eyvah sobelenmişim!

Öykücü sobelemiş beni. Gıcık şey ne olucak :))

Şaka bir yana konu çok geniş ve deli edici. Sevdiğin şeyleri 3 ile sınırlamak imkansız. Ama cici arkadaşımın hatrına 3 şeycik sayacağım:

1-Film seyretmek. Belli başlı bir filmden de bahsedebilirim aslında. Mesela Star Wars diyebilirim. Ama aslında film seyretme fikrine bile bayılıyorum ben. Evimizdeki rahat koltuğa yayılıp ekranın karşısına geçmek, kucağımda patlamış mısır, bir yanımda o an ne istiyorsam o içeçek, karşımda bayıldığım insanlar. E daha ne olsun değil mi?

2-Alışverişe çıkmak. Hatta sadece takılmak bile olabilir. Dışarda öyle başıboş takılmak. Sorumsuzca (sorun yaratmadan ama) dolanmak ve bunu mümkünse en az 2 kişi olarak yapmak :)

3-Evde takılmak. Şimdi 2. maddeyle çelişki içinde gibi oldu ama zaman zaman ikisi de gerekiyor. Evde oturup bazen sevdiğin insanları ağırlamak ve onlarla birlikte hoşca vakit geçirmek, bazense tek başına kendini bulmak, kendi başına vakit geçirmek, evinin rahatlığı içinde kaybolmak, geri gelmek ve evi düzenlemek..

Çok genel oldu ama sevilen şeyleri sınırlamak da çok kolay değil. Bu kadar yeter sanırım değil mi?

Öyleyse modaya uyayım ben de. Çakılcım sana bir pas atayım burdan. Tuttun mu?

19 Eylül 2007 Çarşamba

Osi'nin zincirlerini kırdığı an!! Ta taaaaaaaaam!! :)




Vallahi yoruma gerek var mı bilmiyorum. Buyrun resimlere siz bakın karar verin :)

Teknolojinin gözünü seveyim :)

Dün uzunbacaklara gittik Badem'le. En son gidişimde televizyonu doğru dürüst seyredememiş olmamın üzerine takılmam sonucunda (!) bu sefer karşımızda 106 ekran plazma acaip güzel bir televizyon ve altında digitürk dekoderini gördük ve bayıldık :) Güle güle kullanın şekerler.

İşte o güzel televizyonda güzel güzel insanlar seyrettik dün. Ocean's Thirteen. Yorumlarıma bakmak isterseniz filmaniac kısmına ekledim. Ya da direkt buraya tıklayın :)

İyi seyirler!

17 Eylül 2007 Pazartesi

WOF WOF KÖPEK OTELİ

Size bir arkadaşımın köpek evinden bahsetmek istiyorum. Tatile falan çıkacağınız zaman köpeklerinizi güvenle bırakabileceğiniz Şile'de çok güzel bir mekan Wof Wof Köpek Oteli. Sahiplerinin ağzından aynen aktarıyorum:

Köpek dostunuzun da tatile çıkmaya ya da siz onunla değilken her zamanki rahatını yaşamaya hakkı olduğuna inanarak İstanbul'a 50 dakikalık mesafede köpeklerin evdeki kadar rahat bir konforda yaşayabileceği bir köpek oteli yapıldı. Wof Wof Köpek Oteli, ŞileUlupelit Köyü’nde hizmet veriyor.

Çiftliğin geniş bir bölümü köpeklerinizin yaşayacağı şık, rahat, koltuklu ve yataklı bir otele dönüştürüldü. Pansiyon değil, insanların bile gelip yaşamak isteyeceği bir mekân hazırlandı.

Normalde ev sakinlerinin yatmasına izin vermediği koltuklar artık köpeklerin yatak odası oldu. Köpek otelinde evdeki kadar özgür alanlar bulunuyor. Hatta biraz iddialı da olsa evdeki yaşam alanlarından daha geniş bir alana sahip oluyor köpekler. Beş dönüm arazide dışarıya çıkmaları saat ve durumla alakalı değil. İstedikleri an ister dışarı çıkıp doya doya gezip dolaşıyorlar, ister evde odalarında minderlerinde keyif yapıp koltuklarında kestiriyorlar. Tamamen onların zevkine kalmış bir yaşam sunuluyor. Köpek otelinde kafes sistemi kullanılmıyor.

Herşey dahil sisteminde en önemlisi en sevdikleri yemekleri yiyebilmeleri. Evden otele, otelden eve özel servis, kafessiz sistemde kendisine özel koltukta 24 saat boyunca özel bakıcı gözetimi.

Yemek ihtiyaçları sahiplerinin ve onların yemek alışkanlığına göre hazırlanıyor. Kuru mama ile beslenenlere kuru mama, normal ev yemeği yiyenlere de ev yemeği hazırlanıyor. Diyet yapan veya özel bir gıda tüketimi olanlara sahiplerinin bilgisi dâhilinde yemek hazırlanıyor. Yatak odasına istediği arkadaşını kabul edebiliyor. Her türlü ilaç ve ilk yardım ekipmanlarımız mevcuttur. Veteriner hekimin bilgisi dahilinde acil ve istenmeyen durumlarda müdahale etme şansımız bulunuyor. Veteriner gelen misafirlerin aşı kartlarını kontrol ediyor. Yapılmamış aşı ve parazit uygulamaları sahiplerinin bilgisine sunup tamamlanıyor.











Mışıl mışıl, üstüste uyuyabiliyorlar.




Pencereden dışarıyı seyretmek keyfi

Otelin balkonunda özgürce gezinerek oynayabiliyorlar.










İstedikleri gibi yürüyüşe çıkabiliyorlar.

WOF WOF KÖPEK OTELİ

Ulupelit Köyü No: 104Şile İstanbul Türkiye

Tel: +90 216 736 51 66

GSM: +90 541 817 18 98

+90 544 715 67 92

Burdan burdan :)

Okuduğum kitaplardan bahsedemedim epeydir. Bahsedecek kadar çok da okuyamadım gerçi. Ama hayallerim var :))

Öncelikle şu daha önce bahsettiğim gibi Reşat'ım Nuri'm Güntekin'inim Yaprak Dökümünü bir kez daha okudum. Bayılıyorum ben bu adama ya. Aslında hikaye çok kötü. Yani hikayenin gelişimi ve sonucu çok kötü üzücü olmasından ötürü. Yoksa her şey çok güzel yazılmış. Ama okurken insanın içi gidiyor. Kim suçlu kim masum arada kalıyorsunuz. Hepsinde de hata var tabi ama yine de bu hale düşsünler istemiyorsunuz.

Kanal D de yayınlanan diziyle tıpatıp aynı değil. O yüzden de çok hatırlayamamışım sanırım kitabı. Neyse okudum rahatladım işte :) Artık sonunu kitaptaki şekliyle biliyorum.. Başım göğe ermedi o ayrı..

Sonra ideefixe'ten aldığım Jules Verne kitaplarımız geldi :) Hem de hepsi.. Onlardan birine başlamak istedim ve Karpatlar Şatosuna başladım. 282 sayfa. Çok değil. Ben de sanırım 220 lerde falanım. Az kaldı yani.. Şimdilik iyi gidiyor. Hepsini okuyayım da asıl yorumlarımı o zaman yazacağım.

Geçenlerde televizyonda Ölü Ozanlar Deneğini gördüm. Çok güzel bir kitaptı. O kadar güzeldi ki her yaşta her durumda herkesin okumasını şiddetle tavsiye ederim. Filmi de güzeldi ama kitaplar bir ayrı güzel oluyor be.

Daha önce seyrettiğim filmlerden Just Like Heaven'ı gördüm televizyonda oturdum onu da seyrettim bir güzel, ikinci kez :) Çok güzeldi. Çok şeker bir filmdi, seyretmeyen varsa tavsiye ederim. Bir gün elim ererse oturur konusunu falan da yazarım filmaniac kısmına. Ama o zamana kadar;
öldüğünden haberi olmayan bir kızın evine başka bir kiracı gelmesi ve onunla birlikte ruhunun neden hala dünyada olduğunu araştırmaları ve sonunda bulmaları ile ilgili çok hoş bir filmdi.

Bugünlük benden bu kadar..

16 Eylül 2007 Pazar

Animelere bayılıyorum! :)

Dün Flushed Away adlı animeyi seyrettik Badem'le. Şeker mi şeker bir animeydi. Fareleri sevmememe rağmen böyle animelerde seyretmek çok hoşuma gidiyor. Bu bağlamda, öhö öhö, Ratotuille (sanırım doğru yazdım) i de çok merak ediyorum. Tabi onda leziz yemekler falan da var ya, sanki daha çok seveceğim gibi :))

Neyse ciciler, bu film de çok ciciydi işte. Rita ve Roddy Le Kurbağa ve ekibinden kaçarken oldukça eğlendirici sahneler gördük :) Tavsiye ederim siz de seyredin, eğleneceksiniz..

14 Eylül 2007 Cuma

Maymuncuk

Oooooooy oooooooooy şunun güzelliğine bakıııın, çok da zavallı görünüyor yavrucak!
Resmin ismi de maymun aşkıymış! Yerim ben onu da aşkını da..
Badem elektronik postayla yollamış bana. Şöyle orman içinde bir evimiz olsa da ara sıra maymun sevsek ya :)

13 Eylül 2007 Perşembe

Öykücümden gelen paket

Dün sevgili Öykücüm bana taaaaaaaa bir uçtan kocaman bir paket kargo yolladı. Canım benim ya, içinden incik cincik o kadar çok şey çıktı ki :) Her şeyi sığdırmış içine.

Hangisi en güzel karar veremedim. Zaten önemli olan düşünülmüş olmak.. O kadar güzel bir paketi vardı ki, içindekileri boşaltıp albümlerimizi falan koyacağım.

En sevdiğim renklerle süslü şipşirin bir pijama çıktı. Öykücü pijamalara bayıldığımı bilir :)) Kendisi de çok sever, hihih. İstanbul'da fellik fellik pazarları dolaşışımızı ve kardeş pijamalar aldığımızı dün gibi hatırlarım. Ayıcıklı pijamalarımı hala saklarım ;)

Kürşat Başar'ın Başumcumda Müzik'ini koymuş ki çok severek okuduğum ve arkadaşlarıma şiddetle tavsiye ettiğim bir kitaptır. İkincisi olmuş oldu. Canım benim! O da çok sevmiş ve mutlaka okumalıyım diye düşünmüş :) Sonra kapaktan oldukça ilgi çekici görünen Chris Manby'nin Biri Benim Üç Nikah adlı kitabı, en kısa zamanda okuyacağım, daha önce filmini eğlenerek seyrettiğim Lauren Weisberger'in Şeytan Marka Giyer adlı kitabı, eminim zevkle de okuyacağım, ve John Grisham'ın Son Jüri Üyesi adlı kitabını, bu yazarın kitaplarını hep çok merak etmişimdir, yollamış canım arkadaşım.

Daha bitmedi, iki tane filli mum, iki tane kocaman mor çiçekli mum, bir tane cep telefonu süsü, hani şu telefon çalınca yananlardan, inekli tuzluk-biberlik, 5 tane de film.


Çok beğendiğim Keanu Reeves'in The Watcher'ı (İzleyici), korku-gerilim olan Kim Lee-Woon'un filmlerinden A Tale Of Two Sisters (Karanlık Sırlar), Tarantino filmlerinden Jackie Brown, Robert Deniro'nun oynadığı Hide and Seek (Saklambaç) ve izlediğimde Türk filmlerine benzemeyecek kadar başarılı bulduğum Mustafa Hakkında Her Şey.

Yemek konusunda gurme olan sevgili eşi de kalem takımı koymuş benim için :) Canım ya!

Sonra bir fil bile çıktı kutunun içinden :)) Boncuk gözlü sevimli mi sevimli bir oyuncak..

Çok teşekkür ederim Öykücüm. O kadar güzel oluyor ki böyle bir anda 2000 km öteden kargo almak ve içindekileri bayıla bayıla açmak. Çok şanslıyım.

Heyecanlanmaya başla.. Senin paket de hazırlık aşamasında :)

Kocaman öpüyorum seni tonton arkadaşım benim. İyi ki varsın!

Adam asmaca

Hep film ismi sorduğu için bulması kolay oluyor ama yine de iş yerinde canı sıkılanlar için güzel olabilir (pist, aramızda!).

http://www.hangmangame.net/index.php

Son filmler

Sunshine diye bir film seyrettik geçenlerde. İlk sahnelerde sevincimden Badem'in boynuna atladım. Ne zamandır uzay filmi seyretmemiştim. Sonunda hüsrana uğradım o ayrı..

Bir de Death Proof'u izledik ki özellikle sonu için tavsiye ederim :)

12 Eylül 2007 Çarşamba

Eczacılık nedir ikinci bölüm

Beşinci sene..

Beşinci sene 4 sene canın çıkarak okuduğun üniversiteyle hiç ilgisi olmayan malzemeler veriliyor sorumluluğuna. Yok olmaz diyemiyorsun çünkü senden önce de eczacılar yaptı bu işi. Enjektörler, sargı bezleri neyse güncel. Ama postoperatif transfüzyon setleri falan var. Hiç anlamıyorsun. Ameliyathaneye soruyorsun. Şu kadar istiyoruz diyorlar alıyorsun. Ama hepsini harcamayınca sana soruyorlar neden bu kadar çok aldın diye.

Afallıyorsun, canın sıkkın. İlk aylar yüzün stres sivilcelerinden görünmüyor. Sürekli mutsuzsun. Geceleri falan uyuyamıyorsun. Ama kimin umurunda. Sıfatın eczacı ama eczacılık haricinde her şeyi yapıyorsun. Malzemeleri tanımıyorsun ama bütün teslimatlar sana yapılıyor. Sipariş veren sen görünüyorsun çünkü. Zamanla öğreniyorsun ama yine de kafan basmıyor. Bu malzemelerin seninle ne ilgisi var. Bunun için eczacı olmadın. İlaç bilirsin sen. Aslanlar gibi eczanede çalışmak için başvurdun hastaneye. Şimdi seni 4 senelik üniversite hayatını hiçe sayarak sıradan memurun yapabileceği bir işle görevlendirdiler. Hastanede memur kalmamış çünkü. Memurun eksikliğini tamamlamak da eczacı olarak sana düşüyor.

Durum bundan ibaret. 4 senelik çalışman boşa gidiyor. Büyük bir savaş veriyorsun. Ama sorumluluk üstüne sorumluluk veriliyor sana. Bağlı bulunduğun bakanlığı arayıp işin aslını öğreniyorsun. Aslında sen zorunlu değilsin. Bu malzemeleri bilmen gerekmiyor. Ama amirin bu görevi verdikten sonra yapamıyorum diye dilekçe de versen resmi yazı da yazsan bütün bu ilgisiz malzemeleri eczaneden çıkarıp atamıyorsun.

Bu senin sorunun değil sadece. Sen 1 seneliğine aldın bu sorumluluğu. Senden önce başka eczacı yapmıştı, senden sonra da başka eczacı yapacak. Ama önemli olan bu değil. Önemli olan bu işin eczaneden çıkması. Ama olmuyor. Başaramıyorsun. Son gönderdiğin yazı yere fırlatılıp atılıyor. İmza bile atılmıyor. Değersizsin çünkü. Koca hastanede senden değersizi yok.

İstem zamanı geldiğinde bir yandan gelen malzemeleri teslim almak için koştururken bir yandan hiç susmayan telefonlara bakman gerekirken bir yandan bilgisayar programından servislere istediklerini çıkış yaparken bir yandan da kartlardan düşüş yaparak işin içinden çıkılmaz hale geliveriyor.

Kontrol etmen gereken reçeteler arkanda dağ oluşturmuş. Ama vaktin yok. Yapamıyorsun. Daha anlayamadığın malzemeler var. Bir de laboratuar var. İhalesini sen hazırlamıyorsun, miktarları sen belirlemiyorsun. Ama eczacısın ya, koca hastanede fatura girebilen bir tek sen varsın. O malzemeler de senin elinden geçmeli.. Geçiyor da. Acı acı geçiyor. Orda bir insan benzeri biri var. İnsan olamaz ama. Firmacı fırsatçının biri. Seni hastanenin polisi olmakla suçluyor sürekli. Onun saçma sapan isteklerine karşı çıkmaya çalışıyorsun çünkü. Elinde olan malzemeyi sana sormadan gene istiyor. Salak firmacı da getirince işi çözmek sana kalıyor. Onun umrunda değil ki. O insan değil çünkü. Sadece şikayet etmeyi biliyor.

Şimdi hiç görmediğin ve görmeyeceğin malzemelerle ilgili işlemler senin sorumluluğuna veriliyor. Diğer sorumlulukların da hale sende. İş üstüne iş veriliyor sana. Ameliyatta karar verilip alınacak malzemelerin faturaları da senden geçecek. Malzemeyi hiç bilmeyeceksin bile. Ama işleri sana düşecek. Görmediğin malzemenin sorumluluğu da senin olacak böylece. Amirlerine anlatmaya çalışıyorsun durumun vahimliğini ama anlamak istemiyorlar. Senden başka amele yok çünkü. Lafları bir sana geçiyor. Herkesin bir iş tanımı var. Personeline kağıt taşıtırken bile ondan laf işitebiliyorsun bu benim işim değil diye. Ama sen her işi yapmak zorunda kalıyorsun. Sen de benim işim değil diyorsun ama seni dinleyen yok. Karşındaki insan değil çünkü.

Boyun eğmek istemiyorsun ama başka çaren yok. Ya istifa edip gideceksin ya da 3 ay daha katlanacaksın. 3 ay sabredebilirsin ama başka sesler geliyor kulağına. Ya sabır diyorsun. Sabır. 3 ay bir geçsin bakalım..

O kadar işinin arasında bir de hastanenin zararını engellemek için girdiğin savaşla ilgili hakkında yapılan günlük şikayetlere cevap vermen gerekiyor. Veriyorsun. Hem de adamakıllı. Sen haklısın çünkü. Ama bu önemli değil. Önemli olan senin "onlar"dan olmaman.

Sen de şikayet ettin insan olmayan insan görünüşlü yaratıkları. Bugüne kadar iki kişiyi şikayet ettin zaten. Biri senin iznin olmadan senin binanın anahtarını gizlice çoğaltan yaratık hakkındaydı. Ama o da onlardan. Bir şey olmadı. Yazdığın dilekçe de senin dosyana işlendi, onunkine değil.

Bir de laboratuardaki yaratığı şikayet ettin. Ucuza alabileceğimiz yöntemle, ihaleyle aldırmak yerine her gün ayrı ayrı acil temin yazdırıyor diye. Ondan da bir şey çıkmadı. Çıkmaz. Bu memleketin hali bu işte. Arkan kuvvetli olunca her istediğini yaptırabiliyorsun. Onlara göre karşındakini düşürdüğün durum önemli değil. Önemli olan onların rahat olması.

Açız diye ağlayan, hastayız bize bakan yok diye bağıran halka acımak yok. Onlar seçti bu insanları. Tepemdeki yaratıkları onlar seçmedi belki ama onları buralara taşıyan takkelileri bu halk seçti. Halka acımak yok. Bizi bu hale getirenlere yazıklar olsun!

Eczacılık nedir? (Eczacı mısın amele misin?)

Yıl 1997. Liseden mezun olmuşum.. İçimde bir heyecan. Hayatımda büyük yer edeceğini bildiğim o büyük sınavın sonucunu bekliyorum..

Ve açıklanıyor. İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesini kazanmışım. Bazıları olsun
canım diyor. Niye anlamıyorum. İsteyerek yazmışım çünkü. Eczacılığın saygın bir meslek olduğuna inanıyorum.

Kayıt zamanı geldiğinde taşı toprağı altın İstanbul'a gidiyorum. İlk gün, İstanbul'u hiç bilmiyor olmanın verdiği korkuyla her yere burayı nasıl hatırlayacağım gözüyle bakıyor ve
her şeyi ezberlemeye çalışıyorum. Ama ev-okul arası çok uzun sürüyor.  Bahçelievlerden önce Merter'e kadar otobsüsle gidiyoruz babamla. O da İstanbul'u çok bilmiyor. Merter'
den tramvaya binip Aksaray'a gidiyoruz. Ordan Beyzazıt meydanına yürüyoruz. ve her zaman televizyonda gördüğüm o heybetli kapının önüne gidiyoruz. Ortam değişik. Büyük kapının güzelliği beni çok etkiliyor ama yine de korkuyorum. İstanbul büyük şehir. Her türlü insan var. Hele Beyazıt meydanı! Her cuma polisin toplandığı ve insanları copladığı büyük mekan. Annem sürekli ağlamaklı. Babam korkma diyor. Zamanla öğrenirsin.

Öğreniyorum da. Meğer Bahçelievlerden direkt Beyazıt'a otobüs var. 98-A. Ama evden giderken onu yakalamak her zaman mümkün değil. Ben sınırsız akbil alarak yine 3 lü 5 li vesaitlerle gidip geliyorum üniversiteye.

Zaman güzel geçiyor. Bazı dersleri sıkı takip ediyoruz arkadaşlarla. Ama laboratuarları asla asamıyoruz. Öykücümle bir sürü anımız oluşmuş bu konuda..

Farmasotik kimya diye bir dersimiz var. İlk sınavdan 19 almışım. O ne ki? Ben bilmezdim 19 falan. Meğer öyle bir not da varmış. Asılıyoruz kızlarla. İkinci sınavdan 22 almışım. İyki asılmışım kimyaya. Ama öyle böyle bir kimya değil bu. Farmasötik adı üstünde. Bu maddelerle ilaç yapacağız ilerde! Basit bir benzen haklasından kloramfenikol falan elde ediyoruz. Bir de pratikleri var bu derslerin. Laboratuara girip mekanı havaya uçurmayla kötü kokulu maddelere kadar her türlü yönde gidip gelebiliyorsun. Az kalsın patlayacaktı sözünü duyunca sinirlerin bozuluyor ve oturup ağlıyorsun. Üniversite keyfinin yanında zor da geçiyor anlaşılan. Hem de çok zor. Hele geceleri uykusuzluğa çok dayanamayıp da uyuyuveriyorsan ve çalışamıyorsan. Derslere girip not tutmanın iyi olacağına karar veriyor ve sene sonunda notları çoğaltılıp çalışılan kız oluveriyorsun.

Yine de zor geçiyor üniversite. Bir sürü etken madde var. Ezberleyemem diyorsun. Zaten 
arkadaşların senle Alzi (Alzheimerın kısaltılmışı) diye dalga geçiyor. Sınava kadar güzel notlarından özetler çıkartıp tramvayla okula giderken bu özetleri ezberliyor ve sınavların üstesinden geliyorsun.

Zaman zaman zorlansan da sınıf ortalamasının üzerinde bir ortalamayla büyük çoğunluğun tersine 4 senede bitiriyorsun üniversiteyi. Ama daha kolaylamadın. Şimdi iş araman lazım.

Temmuzda mezun olduktan 2 ay sonra, eylülde iş buluyorsun şansına. Ama kısa sürüyor
bu. 9 ay sonra memleketine dönmeye karar verip istifa ediyorsun. Memleketinde gidip 
kurum eczacısı olacaksın artık. Orda değerini çok bilecekler (!). 

Eczacıyım diye sevinerek işe başlıyorsun. Şimdiye kadar tanıdığın bütün eczacılar çok iyi durumdalar ve saygı görüyorlar çünkü.

İlk sene çömezsin. Ne iş verilse yapıyorsun. Hatta senin yapman gerekmeyen işleri bile ben yapmalıyım demek ki diye düşünerek yapıyorsun.

İkinci sene gözün biraz açılıyor. Yine de amirinin sözünün dışına çok çıkamıyorsun. Eczanedeki görevin bir nevi sekreterlik.

Üçüncü sene yine sığıntı durumunda çalışıyorsun. Amirin senden memnun çünkü. Seni yanından başka bir yere vermiyor. Zaman zaman saatlerce ayakta bekleyip kart (heralde senin hastanenden başka hiçbir yerde böyle bir uygulama yok) çıkartıyorsun. Onun haricinde eczanenin bütün ilaç stoğunu takip etmelisin. Sekreterlik görevinse tam gaz devam ediyor.

Dördüncü sene benden bu kadar diyip ortaya çıkıyorsun. Artık sekreter değilsin. Yatan hasta bölümü sorumluluğuna veriliyor bu sefer. Rahat bir nefes alıyorsun. Üstelik tam 1 sene. 365 gün. Rahat rahat çalışıyorsun. İlaç bitince sana sorulmuyor. Yazı yazman da gerekmiyor ya artık, aralarda kitap bile okuyorsun.

Beşince sene..

Onu ne siz sorun ne ben söyleyeyim ama ondan da bir bu kadar yazı çıkacak.

Arkası yarın..

10 Eylül 2007 Pazartesi

Arkadaşlık adına

Haftasonu Ankara'daydık Badem'le birlikte. 1 senedir yurtdışında olan çok sevgili arkadaşımız Melih gelmişti. Hem onu hem de yine çok sevgili arkadaşlarımız Ayça'yla Selim'i görmeye gittik.

Ayça'nın hamaratlığını son saatlere kadar içimize sindirdik :)) Çok leziz bir sürü şey hazırlayarak hepimizi patlama durumuna getirdi, ellerine sağlık güzel arkadaşım :)

Herkes maç seyrederken ben biraz blog yazayım dedim ve The Ex'i anlattım ucundan azıcık. Filmaniac kısmında görebilirsiniz. Resimleri de ekledim bugün.

Ankarada çektiğimiz resimleri de bir ara ekleyeceğim. Melih sağolsun kocaman fotoğraf makinemizi getirdi taaaaa Amerika'lardan. Süper bir makine. Nesi derseniz henüz anlatamam çünkü daha çözemedim. Okuduğumuz kadarıyla bir sürü özelliği var ama bize şimdilik netlik yeterli. Bir ara diğer özellikleri keşfedeceğiz :)

Haftasonu düşündüm, düşündüm.. Badem'in ne kadar iyi arkadaşları var. Eş durumundan benim de arkadaşım oluyorlar diyeceğim ama durum bundan ibaret değil. Ben de hepsini çok seviyorum çünkü. Sadece Badem'in arkadaşları olduğu için değil. Durumun bundan ibaret olmaması da işte tam bu yüzden.

Benim de üniversitede çok iyi arkadaşlarım oldu. ilkokul, ortaokul-lisede de. İlkokuldan sonra 7 senelik okula gittiğimizden ortaokul-lise dönemini kapsayan yıllarda zaten çok sağlam temeller attığımızdan hala görüşürüz o arkadaşlarla. Üniversitedekilerleyse uzun kilometreler yüzünden çok sık görüşemiyoz. Öykücüm mesela taaaaa 2000 km uzaktaki memleketine gitti. Gittiğinde aramıza dağlardan başka şeyler de girdi. Kendisi blogunda epeyce bahsettiği için ben ayrıca yazmayacağım.

Peloşumla telefonda görüşüyoruz sürekli. İnternet sağolsun o da çok yardımcı oluyor bize. Ama ne bileyim hani Badem'in (ve benim) arkadaşları gibi her gidip gelişimizde mutlaka görüşemiyoruz. Peloşum yoğun bir insan çünkü. Haftasonu hep kursu oluyor, saatlerce. Bu, görüşmemizi engelliyor. Hiç görüşmüyor değiliz bu arada. Sadece her İstanbul'a gidişimizde görüşemiyoruz. O yüzden çok imreniyorum Badem'in arkadaşlıklarına. Biz gideceğimiz zaman arkadaşlarımıza haber veriyoruz onlar da sağolsun her gidişimize kendilerini ayarlayıp bizle buluşmaya fırsat yaratıyorlar. Allah bozmasın, ne diyeyim iyi ki varlar. Tabi Ereğli'deki canımız arkadaşlarımız da iyi ki varlar.

Özellikle bu haftasonu çok duygusaldım sanırım. Her söylenenden etkilendiğime göre.

İnsanın iyi arkadaşlarının olmasının yarattığı harika duygularla ayrıldık Ankara'dan. Ve ben düşünmeye devam ettim. Hakikaten arkadaşlar ne kadar önemli bir insan hayatında. Başınız sıkıldığında, sıkılmadığında, derdinizi anlatacak birini aradığınızda, sevincinizi paylaşacak birini aradığınızda hep yanınızdalar.

Neyse bugünlük bu kadar duygusallık yeter. Bir ara seyrettiğimiz filmlerden Sunshine ve diğerlerinden (şimdi hangileri olduğunu hatırlayamadım) bahsedeceğim..

8 Eylül 2007 Cumartesi

Yeni filmler

The Ex'i seyrettik. Eğlenceli sayılırdı ama bir yerden sonra herkesin birinin asıl yüzünü görmeyip onu saf ve iyi sanmaları sıkıcı. Scrubs'ın Dr. John'unu (Zach Braff) seven varsa izleyebilir. Bol bol görüyorsunuz :)

4 Eylül 2007 Salı

Nerdeyim?

Of bir yorgunluk bir yorgunluk sormayın. Yeni masalarımız nihayet geldi. Aksi gibi masaların gelişiyle iş yoğunluğum da başladı. Bir yandan telefonum kesildi, bir yandan malzemelerde sorun çıktı, iş güç derken stres bombası oluverdim. Bu yüzden de yazamadım birkaç gündür..

Yazacağım çok şey vardı. Mesela Breach'ten hala farketmediğimi farkettim. Onun üzerine Live Free or Die geldi, bir yandan dizide hiçbir karakteri hatırlamadığımı farkedip yeni sezona hazırlık olsun diye Reşat'ım Nuri'm Güntekin'imin Yaprak Dökümü'ne başladım. Hepsinden de bahsedeceğim sırasıyla.. Aslında kitap yorumlarımı kitap ayracı başlığında, film yorumlarımıysa filmaniac başlığında toplamakla iyi mi ediyorum kötü mü ediyorum bilemedim. Sanki hepsini sırasıyla buraya mı yazsam acaba?

Neyse şimdilik eski usul devam edeyim. Live Free Or Die ve Breach için tıklayınız şekerler.

Yardım kampanyası

Sevgili Eda Suner'in sayfasından aynen kopyaladım. İnternet üzerinden gelen bu tip şeylere inanmasam da arada güvenilir kişiler olunca durum değişiyor. Buyrun okuyunuz (daha ayrıntılı bilgi için Eda ve Devin'in sayfalarına bakabilirsiniz).

Şimdi sizlere şunu duyurmamız gerek gönlünüzden ne koparsa lütfen tek yapacağınız yollamak. Hepimiz insanız güven endişeniz varsa para ile koltuk alındığında hastaneye teslim edilecek hatta Devin İstanbul’a gelecekmiş belki parayı toplarsak umuyorum dua ediyorum o zaman beraber koltuk alabileceğiz. Resimleri bloglarda yayınlayarak para gönderen herkese ad soyadı ile eğer Devin alabilirse bankadan tek tek teşekkür edeceğiz. Lütfen miktar konusunda endişe etmeyin 5-10 ytl ne olursa damlaya damlaya göl olur unutmayın dostlar hadi şu işi bitirelim.Ve hesap numarası ayrıca Devin’in son yazısından bir cümle “Ben 17 Eylül Pazartesi günü İstanbul’a gideceğim, 18 Eylül’de 11. kemoterapim var. O güne kadar para toplanabilirse ve koltukları İstanbul’da alma şansına sahip olursak ne kadar sevineceğimi, mutlu olacağımı varın siz tahmin edin. Eğer koltuklar için bir indirim alıp, para arttırabilirsek onu da Lösemili Çocuklar Vakfı’na bağışlarız diye düşünüyorum. Eğer en ucuzundan alırsak ihtiyacımız olan para 2000 ytl civarında.” ve devamı için tıklayınız.

Hesap No: Devin Kuzu, Oyakbank Muğla/Fethiye Şubesi 3879622-MT-1

Ve en büyük dileğim Allahımdan ne olur umduğumuzdan fazla para toplayalım, tek dileğim bu değil ama dilerim Allah’dan bu koltukları sizlerin sadece TV izlemek için kullanacağı günleri görelim Devin’cim.
Resimleri tıklarsanız büyükleri var arkadaşlar.

Evet, 10. kemoterapi de bitti. Kaldı bakalım iki tane daha. Şimdi, bu blog okuyucularından bir ricam olacak. Beni okuyan ve benden daha fazla okuyucusu olan bir kaç arkadaşım olduğunu biliyorum. Aslında asıl ricam onlardan.
Tam dört yıldır Cerrahpaşa Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniğinde kanser tedavisi görüyorum. Kemoterapi odamızda üzerinde tedavi gördüğümüz koltuklar büyük ihtimalle Birinci Dünya Savaşı’ndan kalmış son derece rahatsız koltuklar. Fotoğrafını üstte görüyorsunuz. Bunlara oturup kalkmak için de arkasından birinin tutması gerekiyor, yoksa koltuk dengesini kaybedip düşme tehlikesi yaratıyor. Bir kemoterapinin en az 3 saat (benimki yaklaşık 6 saat sürüyor o ayrı) sürdüğü düşünülürse hastaların ne kadar zor koşullarda ilaçlandığı malum. Bu durumu düzeltmek için oraya sadece 4 (dört) koltuk bağışlamak yetecek. Bunun için bir sürü yerle konuştum, Sabancılara, Koçlara, bir sürü mobilya fabrikasına kadar aradım ama kimse yüz vermedi. Sonuçta çok fazla bir para değil, yani bende olsa kimseye bir şey söylemeden alıp götüreceğim ama kanser çok pahalı bir hastalık ve bütün birikimleri alıp götürüyor maalesef. O yüzden bende yok.Hani diyorum ki, belki blog aleminden birkaç kişi birleşir, ne bileyim parası olan birileri alıp bağışlar filan. Aslında en güzel ve tedaviye en uygun koltuklar İstikbal Mobilya’da var, hani üzeri silinebilir filan ama onlar da çok pahalı, 1000 ytl civarında ama işte taksit seçenekleri filan var. Kimbilir belki de olur!
Okuyucusu benden fazla olan arkadaşlarım bu yazıya link verirlerse, ya da bloglarında bundan bahsederlerse ve bu iş olursa gerçekten çok ama çok sevineceğim. Bağışlayacak insan ya da insanlar bulunursa prosedürleri ben araştırıp gerisini hallederim. Şimdiden hepinize teşekkür ediyorum.

2 Eylül 2007 Pazar

Strawberry yenilendi

Evet artık İngilizce bilmeyenler için sizi Türkçe olarak yönlendirecek metinler mevcut strawberry'de. Yalnız ürün açıklamaları yine İngilizce. Ürünlerle ilgili Türkçe açıklamaları www.kozmetikcim.com ve www.itsbeauty.com gibi sitelerden bulabilirsiniz.

Ayrıca kargo ücretsiz hemen belirteyim. Tabi teslimatın 5-10 gün arasında olmasını kabul ediyorsanız. Hemen lazımsa belirli bir ücret karşılığında da alabiliyorsunuz.

İyi alışverişler :)

1 Eylül 2007 Cumartesi

Çakıl'a mutlu yıllar :)



Mutlu yıllar Çakılcııııııııım! :)
Aslında bugün ayın 2 si. Ama kayıt ettiğimde 1'iymiş gibi gösteriyor. Yani aslında bugün senin doğum günün :))

Mutlu mutlu yıllar olsun, her şey gönlünce olsun..

Blogumda da ilk defa birinin doğumgününü kutluyorum :) Şerefine resim bilem yaptım, eminim çok beğenmişsindir.. :))

Volvox'un özeti

Ortaokulda 6 kızdık. Grubumuza bir isim de takmış her radyodan kendimiz için şarkı isterdik. O zamanlar For Non Blondes'ın What's up'ı çok meşhurdu. Radyonun şeker dj i Bercis'le kanki olmuştuk. Mektuplarımıza bayılırdı..

Ortaokul böyle güle oynaya geçti. Lise 1 de bir kara kedi girdi aramıza. 4 kişi aramızdan birini sevmemeye ve onu grupta istememeye başladı. Ben buna karşı çıktım. Lisede 
sınıflar tekrar harmanlandığından ayrı sınıflara düştük. Yakın arkadaşlarımız değişmeye başladı.. Bunun üzerine bir sürü olumsuz şey de yaşanınca birden grup dağıldı. En azından istenmeyen arkadaşım ve benim için..

O dönemler büyük bir şaşkınlık içindeydim. Hem arkadaşıma ve bana yapılanları hazmedemiyordum hem çok kızgındım hem de kırılmıştım. Hatice Aşan diye bir Türkçe öğretmenimiz vardı. Bir gün sınav olarak bir kompozisyon yazmamızı istedi. Konusunu belirtmemiş her şeyi bizim hayalgücümüze bırakmıştı. Tam 1 saat boyunca yazmıştım.
Kızıl saçlı çilli kız olarak kendimi, bana eziyet edip dışlayan sevimsiz insanlar olaraksa
eski grubun fertlerini yazmıştım üstü kapalı olarak. Hatice Aşan'ın kompozisyon sınavından 90 alan ilk defa görülüyordu. O bendim! Bir arkadaşım daha 90 almıştı. Şaşırmıştım.. Hayatımdan, özelimden bir kesit sunmuştum öğretmenime. O da çok beğenip 90 vermişti. İnanılır gibi değildi..

Kimse bilmez o kompozisyonumun konusunu ve beni anlattığını. Ne yazdığım çok sorulmuştu ama kimseye anlatmamıştım..

Grubun dağılmasına üzülürken bir yandan da yeni arkadaşlıklar kurmaya başlamıştım. Şimdilerde hala görüştüğüm bir çok dostumla dostluğumuzun temellerini o yıllarda atmıştık. Hatta 
Badem ile yakın arkadaş olmamız da o yıllara dayanır. Her işte bir hayır vardır diye
boşuna dememişler değil mi?