31 Mart 2010 Çarşamba

New Moon (2009 - 4,6)



(fotograf şu siteden alınmıştır)

Daha önce Twillight’i (Alacakaranlık) seyretmiştik. Stephenie Meyer’in kitaplarından uyarlama olan filmlerin ilk serisi fena değildi. Ama Türkçe’ye “Yeni Ay” adıyla çevrilen bu film tam bir felaketti diyebilirim. Filmde hiçbir şey yoktu ya bu kadar olmaz. Filmin ilk 20 dakikası falan Bella’nın (Kristen Stewart) Edward’a (Robert Pattinson) bön bön bakması ve birbirlerini nasıl sevdiklerini sözle değil de böyle abuk bakışlarla bazen de Edward’ın hastalıklı kısık sesiyle anlatmasıyla geçiyor. Sonrasında birden Edward şehri terk edip Bella’yı yalnız bırakıyor. Sonra Bella’nın öldüğünü zannedip o da kendini öldürmeye çalışırken Bela yetişiyor. Ve burası çok komik işte. Bella beni terk ettin deyince Edward “yalan söyledim, sen de çok kolay inandın ama” diyor. Ve film bitiyor.

Yani bence seyretmenize hiç ama hiç gerek yok. İnanın hiçbir şey kaybetmezsiniz seyretmeyince. Dahası vaktinizi de boşa harcamış olursunuz. Benden söylemesi :)

R. Pattinson’ı daha önce Harry Potter ve Ateş Kadehi’nde Cedric olarak seyretmiştik. Orada gayet iyiydi bence. Ama bu filmlerde çocuk biraz tuhaflaştı sanki. Genç kızlar ölüp bitiyorlar gerçi ama o kısık sesle konuşma, saçı başı dağınık tutma ve başını eğerek konuşma falan popülerliğin getirisi midir yoksa götürüsü müdür düşünmek lazım.

K. Stewart’ı da daha önce Adventureland’de seyretmiştik. Çok da keyifli bir filmdi bence. Kız gene biraz tuhaftı ama :)

Bu filmle ilgili hoşumuza giden bir detaysa Dakota Fanning’i büyümüş olarak beyazperdede görmekti. İlk gördüğümüzde o olduğunu anlamadık gerçi ama isimleri okuyunca anladık.

25 Mart 2010 Perşembe

Son Gelişmeler

Bundan önceki yazılarımı yazalı çok olmuştu aslında da, yayınlamaya ancak elim erdi (tıpkı bunu yazalı haftalar olduğu gibi).

İyi dilekleriniz için çok teşekkür ederim. Anneannem, ben o yazıları yazdıktan sonra bir kez daha Genel Yoğun Bakım’a indirildi maalesef. Hastanede çalışan biri olarak bir kez daha Allah kimseyi hastanelere düşürmesin diye dua ettim. Tanıdık biri yoksa işiniz çok zor gerçekten de. Burada olsa çoğu şeyi halledebilirdik ama elim ta Ankara’ya kadar uzanamadı. Sürekli telefonda kaldım. Yoğun bakım doktorlarıyla görüştüm sık sık. Son gidişinde biz durumunu stabilize ettik artık servise çıkabilir dediler. Ama servistekiler bir türlü almak istemediler. Neyse yoğun uğraşlar sonucunda yoğun bakım doktorlarından biri sağolsun, servis doktorlarıyla kavga etmeyi göze alarak servise çıkıp anneannemi zorla servise aldırttı. Biz de rahat ettik elbette. Çünkü yoğun bakımda olunca annemler falan hep koridorlarda kaldılar. Hasta yanına kimseyi almıyorlar çünkü. Günde bir kere 1-2 dakikalığına aldılar aldılar, onun haricinde ne hastayı görebiliyorsunuz ne de haber alabiliyorsunuz. Doktorlarla görüşmek zaten hayal. Nasıl bir hastanedir anlamadım ben. Ben telefon edip haberleri öğrenmeye çalıştım hep.

Neyse, servise geri çıktı anneannem. Ama yine doktorlarla görüşemiyorsunuz. Günlük vizite geliyorlarmış mesela, bütün hasta yakınlarını odadan çıkartıp doktor ve asistanlar olarak muayenelerini yapıp hemen gidiyorlarmış. Çıkınca falan da kimse görüşmüyormuş hasta yakınlarıyla. Bizimkiler yine kalakaldılar yani. Asistanlardan biriyle görüşebilmişler neyse sonunda. İşte biraz enfeksiyon + antibiyotik tedavisi. Bakalım, hala bekliyoruz. Neredeyse 15 gündür yatıyor anneannecim..


* * *

Bebek alışverişiyle ilgili www.bebekaskisi.com diye bir site önermiştim daha önce. Modeller çok cici gerçekten de, ama İstanbul’da yaşayan arkadaşlar için Tahtakalede aynılarının tanesini 2 TL’ye gördüğümü belirtmek isterim. İnternet alışverişini tercih edenler için www.ozelcan.com.tr adresi de çok iyi bir alternatif olabilir. Ankara’da yaşayan arkadaşlar, kendi mağazasına gidip peşin ödemek isterlerse epey indirim de yapıyorlar haberiniz olsun.

Dexter 4. sezonu da bitirdik. Hevesinizi kırmak istemediğim için her şeyi açık açık yazamayacağım ama son bölüm bizi şaşırttı ve üzdü. Melih’cim bir uyarıda bulunmuştu son sezonu seyretmemizden önce. Çok etkileyici, bence seyretmeyin demişti. Ben iki gün uyuyamadım demişti. Hoş, o kadar etkileyici bir durumla karşılaşmadık ve bunu arkadaşımızın her zamanki duygusallığına verdik ama son bölümde neden böyle bir şey yaptılar anlamadım. Diziden çıkan herkesi öldürmek zorundalar mı??

Empati güzel gidiyor. Daha yarısına bile gelemedim gerçi. Ama Adam Fawer’in iki kitabı da bana seyrettiğim dizileri ya da filmleri anımsattı. Empati’de de Heroes’u hatırladım misal. Renkler, duygular vs. Bakalım ilerleyen sayfalarda ne düşüneceğim.

Birkaç ay önce Dakyüzlerden sonra bir arkadaşımız daha işten ayrılarak şehir dışına taşındı. Yeni bir iş buldu. Eşiyle yazıştık geçenlerde. Her şey mükemmel diye cevap yazmış bana. Bu “mükemmel” kelimesini hep enterasan bulmuşumdur. Çok kullandığım bir kelime değil, belki de o yüzden. Özellikle yaşantım için hemen hemen hiç kullanmam. Belki gördüğüm bir fotoğraf ya da çiçek böcek vs için kullanabilirim ama sadece o kadar. İnsanın hayatındaki her şeye bakıp da her şey mükemmel diyebilmesi için kör gözlerle bakması gerektiğini düşünüyorum. Ya da kendini kandırması gerektiğini. Buradan çok kötü bir hayatım varmış izlenimi vermeyeyim. Çok şükür, her şey yolunda. Ama iş yerinde sıkıntılarım var, evde tamam Badem’le çok iyi anlaşıyoruz ama her evde olduğu gibi bizim de ara sıra ters düştüğümüz zamanlar olabiliyor vs, genel durumda en basitinden havalar bile kötü gidiyor yahu! Ben mi çok karamsarım ya da gerçekçiyim yoksa insanlar mı çok iyimserler ya da hayalperestler anlayamadım :)

16 Mart 2010 Salı

Macera mı dediniz?

Evet, nerede kalmıştık? Yine bir sürü şey oldu bu arada. Anneannem komaya girdi. Hem de yok yere. Çok şükür şimdi daha iyi. Ama hikaye oldukça ilginç. Anlatacağım.

Geçtiğimiz hafta birkaç gün izin aldım. Daha fazla şişip zor yürür duruma gelmeden bebek alışverişi yapayım diye düşündüm. Tabi anneciğimi de yanıma kattım. Hiç de gelesi yoktu nedense. İçine doğmuş belki de. Yoksa her için o kadar hevesliydi ki aslında. Sürekli açım ve tuvaletim var şeklinde dolandığım için alışveriş kısmının hayli zorlayıcı olacağı ve uzun süreceği düşüncesiyle kimseyi arayamadım. İlk gün annemle şöyle biz gezindik. İkinci gün de zaten anneannemin haberi gelince annem apar topar Ankara’ya gitti. Yakın bir yer olmadığı için iznim yanmasın işe döneyim diyemedim tabi ki. Ablacım sağolsun o izin aldı. Bir elimiz telefonda, moralimiz sıfır. Yine de evden dışarı çıktık her gün. Tabi istediğimiz gibi dolaşamadık. Aklımız hep anneannemdeydi.

Teyzem anneannemin köyüne yakın sayılır. O gitmiş en son yanına. Bu arada dedem de sağ çok şükür. İkisi bir evde geçinip gidiyorlardı. Teyzem 1 hafta kalmış yanlarında. Pazartesi eve dönmüş. Salı günü anneannem rahatsızlanmış. Akut diyare olmuş. Tabi teyzemler de psikolojisine bağlamışlar hemen. Anneannem yanına biri gelip gidince hemen yatak döşek hastalanıyor çünkü. Moral bozukluğu nedeniyle. Çarşamba günü de dayım gidiyor anneannemlere. O da erkek başına çok bakamıyor tabi. Perşembe günü yengem gidince durumun aciliyetini anlıyor ve hemen hastaneye kaldırılıyor anneannem. Şiddetli ishal nedeniyle. O 2 gün boyunca 1 bardak su bile içmediği için iki böbreği de iflas ediyor ve komaya giriyor. Tabi Ankara’da hastaneye ilk kaldırıldığında doktorlar hikayesini bilmiyorlar ve anneannemin durumundan yıllardır böbrek hastası olduğu sonucunu çıkarıyorlar. Oysa daha önce öyle bir problem yok. Doktorlar anneme, teyzeme, yengeme acaip yükleniyorlar. Annenizi yıllardır nasıl bu kadar bakımsız bırakırsınız diye. Bizimkiler de şaşırıp kalıyorlar tabi çünkü anneannemin bakıma muhtaç bir hali yok. Diyare olmuş diye anlatsalar da dinleyen olmuyor. Sonradan anlaşılıyor ki anneannem hakikaten diyare nedeniyle o ağır duruma düşüyor ve doktorlar da ondan hemen önce gelen hastayla kendisini karıştırdıkları için annemlere o kadar yükleniyorlar. Annemler anneannemin durumuna mı üzülsünler, kendilerine yapılan haksızlık nedeniyle doğru olmadığını bilseler de vicdansız damgasını yediklerine mi üzülsünler şaşırıp kalıyorlar elbette.

Neyse ki atlattık bunların hepsini. Böbrekler çalışmaya başladı çok şükür. 1 haftalık yoğun bakımdan sonra normal servise çıkartabildiler anneannemi. Şimdi konuşması falan biraz bozuk olsa da bilinci açık, yataktan kalkamasa da idrar çıkartabiliyor ve yemek yiyebiliyor. O

1 bardak suyun önemi de bir kez daha anlaşılmış oluyor. Su gerçekten de hayat kurtarıyor. Aranızda su içmeyen varsa lütfen bu yazıyı okuduktan sonra sandalyenizden kalkıp bir bardak su için kendiniz için. Anneannem tansiyon ilaçlarını bile susuz içermiş. O kadar sevmezmiş suyu. Annem de bir benzeri maalesef. Zorla içiriyoruz suyu. Ablam da çok farklı değil. Ama şimdi hepsinin de elinde bir pet şişe. Bardaklar dolup dolup boşalıyor.

İstanbul maceramıza gelince, herkesin ağzında bir Havuzlu Han ismi vardı. Biz de merak ettik gittik. Biberon, emzik, bebe şampuanı vs gibi ihtiyaçlar için güzel bir yer. Piyasaya göre gerçekten çok uygun. O tip ihtiyaçlarımızı hep oradan karşıladık. Ama aslında bu gidişimdeki asıl amaç bebek arabası, pset, mama sandalyesi gibi büyük ihtiyaçları karşılamaktı. Mümkün olmadı. Olsun. Aklımda belirli zaten alacaklarımız. Zamanı gelince onları da halledeceğiz umarım. Tekstil konusundaysa Mothercare’in ürünlerini tavsiye ederim. Çoklu paketleri hem çok uyguna geliyor hem de kalitesi gerçekten çok güzel. Yumuşacık bir kere. İndirim zamanına da denk gelirseniz çok süper oluyor. Tavsiye ederim :)

Nip / Tuck’ta sona geldik artık. Sanırım bir ya da iki bölüm kaldı. İyice zıvanadan çıktı dizi. Ama seviyorduk yine de. Lost zaten herkes gibi “bu kadar seyrettik, sonunu görmeliyiz” merakı ve düşüncesiyle devam edilen sıkıcı bir dizi haline geldi. Dexter 3. sezon tam gaz :)

Çınar'ı beklerken

Pekmezi ciddi anlamda seven var mı? Peki, şöyle değiştireyim: pekmezi babamdan başka ciddi olarak seven var mı? :) Kansızlık başladğından beri (aslında çok da düşük değil de, kendi bünyeme göre düşük) pekmez yemeye çalışıyorum sabahları. O da midemi bulandırıyor. Yedikten sonra biraz uzanmam gerekiyor yani o kadar.

İş yerinde masamda da kuru üzümler, yaban mersinleri, kuru incirler. Yok yok :) Böyle giderse işe gelip giderken yuvarlanacağım..

Dün oturup Hayat Var’ı seyrettik. Filmle ilgili en hoşuma giden nokta film bittikten sonra Badem’in yaptığı yorum oldu :) Bazı filmlerden sonra ciddi ciddi yorum yapmasını istiyorum ondan. Ve benim anlamadığım ya da görmezden geldiğim gerçekleri bir çırpıda söyleyiveriyor. Bu da gerçekten çok hoşuma gidiyor. Hayat Var ile ilgili olarak da “büyük gemilerin yanında küçük gemiler de yaşamaya çalışır. Onlarda da hayat vardır ve her şeye rağmen yaşarlar çünkü hala umut vardır.” Sanırım sırf bu açıklama için bile seyredilebilir. Aslında filmin ilk 45 dakikasında neredeyse hiçbir şey olmadı diyebilirim. Oldukça sakin bir filmdi çünkü. Annesiyle babası boşanmış, babası ve hasta dedesiyle yaşamakta olan 13-14 yaşlarında bir kız var, Hayat. Okulda sorunlu, dışarıda kendi yaşıtında bir arkadaşı yok. Babasının büyük gemilere pazarladığı birkaç kadın var tanıdığı. Hayat’ın olgunlaşmasını zevkle seyreden bir bakkal, sürekli babasını arayan bir adam, annesinin yeni eşi ve bu eşinden olan “dünyalara bedel” oğlu, balık, gemi sireni, sandal, okul derken kendi çapında bir yaşam mücadelesi verir Hayat.. Reha Erdem yönetmiş filmi. Daha önce Korkuyorum Anne ve Kaç Para Kaç filmlerini seyretmiştik (bu ikincisini seyretmedim sanırım ben). Film 42. Siyad ödüllerinde en iyi film dahil 4 ödül almış. Badem sayesinde seyrettiğim bir film daha.

Yavaştan alışveriş listemizi hazırlamaya çalışıyoruz. Bir yandan heyecanlı ama bir yandan da korkuyorum aslında. Çevremde kötü örnekler de var iyi örnekler de. Bir kere çoğunluğun karşıma geçip de ay şöyle hayatınız bitecek, ay böyle dışarı çıkamayacaksınız, film seyredemeyeceksiniz falan demesine uyuz oluyorum. O şekilde yaşamayan arkadaşlarım da var sonuçta. Bebeğin hayatımıza getireceği olumlu taraflara bakmaya çalışıyorum bu aralar :) Ama yapılacak da çok iş var. Badana, mobilya ve diğer alışverişler, minik bebek kıyafetlerinin yıkanıp ütülenip yerlerine yerleştirilmesi, bu curcunada kendi sağlığıma da dikkat etmeye çalışmak, bir taraftan iş yerindeki gıcık ve bazen çok stresli olan işlerle ve kişilerle uğraşmak.. Derken 5 ay geçmiş aslında. Yarıyı geçirdik çok şükür..

Dexter’ın 2. sezonunu da bitirdik. Kısa bir mola vereceğiz. Zaten filmler de çok birikti. Diziye sarınca bir anda filmler arka plana atılıyor malum. Dexter da çok heyecanlı gidiyordu ama :)

Nip / Tuck’ta da sonun sonuna geldik. Sanırım dizinin tamamıyle bitmesine 4-5 bölüm kadar kaldı. Eskisi kadar heyecanlı değil gerçi ama merak ediyoruz Sean ve Christian daha başka neler yapabilir diye :)

Unutmadan bebek bekleyenler için alışveriş listelerine alabilecekleri çok cici bir şey göstermek istiyorum. www.bebekaskisi.com da çok cici askılar var. Ben aldım renkli ve üzerinde palyaço, kelebek vs olan tahta modellerinden. Çok da beğendim, aklınızda olsun. Minik bebek kıyafetlerini kendi kullandığımız askılara asmak mümkün değil çünkü. Çıtçıtlı body ler asılmasa da olur ama mont gibi şeyleri varsa asmak gerekecek.