17 Haziran 2019 Pazartesi

40

Günler günleri, aylar ayları kovaladı :p

Gülüyorum ama aslında tam olarak böyle oldu. bu arada ben 40 yaşımı bitirdim, 41 e az kaldı. 40 yaş çok iyi gelmedi gibi çünkü 40 bin bakımından biraz şaşkın çıktım. Şimdi iyiyim çok şükür ama zamanında epey sıkıntı çektim. O arada yaşlanıyorum telaşına da kapıldım biraz. Hiçbir şeye yetişemeyeceğim hissi taşıdım. Oysa her zaman "daha yapacak çok şeyim var" !

Bu sene de yeni bir eğitime yazıldım. Mesleğimle çok orantılı olmayan taraflara kayıyorum yavaştan. Şimdiki çocuklara çok özeniyorum. Daha küçüklükten ne olmak istediklerini düşünüp karar verebiliyorlar. Ha belki sınava kadar çok şey değişiyor ama yine de belli bir öngörü ve bilinçle kararlar alınıp veriliyor. Ben neredeyse 41 olmuşken hala ne yaparak para kazanıp hayatıma devam etmeliyim ona karar veremiyorum. Evet üniversite mezunuyum, eczacıyım, bir mesleğim var (eczanem yok, kamudayım). Ama hayalimde küçük bir sahil kasabasında, sabahın erken saatlerinde kalkıp atölyeme geçmek ve çamura bulanmak var. Yorulunca önce denizde arınmak, sonra kafeye geçip elime çayımı ve kitabımı almak var. Bahçemdeki hamakta biraz uzanıp kestirmek belki. Umarım bir gün yapabilirim. Hatta umarım oğlum daha da büyümeden yaparım o da keyfini çıkarır.

Oğlum da büyüyor tabi bu arada. 9 yaşını doldurdu bu sene. Dilerim bütün çocuklar hep sağlıklı ve mutlu olsunlar.

Yine geleceğim..




14 Mart 2017 Salı

Sevgili Günlük

Gençlik demişim son yazımda, gençlik mi delilik mi bilmiyorum. Ben ikinci üniversiteme başlamış bulunuyorum sayın seyirciler :) 38 yaşına gelmiş, 15 senelik meslek tecrübesi olan, bu tecrübenin neredeyse 15 senesini de hastanede çalışmaya borçlu olan, yine de hastane de mi çalışsam, eczane mi açsam sorularında gidip gelen, ara ara da hepsini bırakıp başka işler peşinde mi koşsam diye düşünen kendi halinde biriyim :) Bütün bu sorular kafamı işgal ededursun, Mobilya ve Dekorasyon Bölümü 1. sınıf 2. dönem öğrencisi oluverdim bir anda!

Özellikle atöyle dersi gayet keyifli geçiyor. Ömrümde görmediğim şerit testere, daire testere, efendime söyleyeyim planya falan gibi makinelerle tanıştım. O yeni kesilmiş mis gibi masif ağaç kokusunu içime çektim, tabi burnunuza ilk çarpan reçine kokusu oluyor, hmm iğne yapraklı ağaçlardansa diyerek havamı da atayım o vakit :))

İnternette milyonlarca görsel var, ben çocuk oyuncağı ya da dekoratif mobilyayı gözüme kestirdim şimdilik. Geçen dönem sınıfça 2 adet bank çıkarmıştık iş olarak. Bu işe ne kadarlık bir katkın oldu derseniz işte getir götür işlerini yaptım diyebilirim. Elimden geldiğince kesime de yardımcı olmaya çalıştım, hiç eli değmeyen arkadaşlar bile oldu sonuçta. Zımpara yaptım. Tutkal sürersen ve işkenceyle sıkarken de tutma aşamalarında yardımcı oldum ki bunlar bile benim için heyecan vericiydi. Bu arada arkadaşlar derken, kendi deyimleriyle çocuğum yaşta olduklarını da eklemem gerek. Hepsi de meslek lisesinden çıkıp direkt gelmişler. Sınava da girmemişler. Nasıl bir düzen anlamadım. Ha biraz kafaları çalışıyor olsa buradan sonra DGS (Dikey Geçiş Sınavı) ile İç Mimarlık gibi gayet baba bölümlere girebilirler. Aslında sınavla iyi puan gerektiren bir bölüm İç Mimarlık. Ama meslek lisesi çıkışlı ol, sınavlara girme, 2 sene devam et, sonrasında üniversite sınavından biraz daha kolay bir sınavla İç Mimarlığa geç. Vallahi kebap bence. Biraz daha genç olsaydım diyeceğim bu noktada..

Onun dışında kitap okumaya çalışıyorum. Okulum (!) başka bir şehirde ve yaşadığım şehre otobüsle 1,5 saatlik mesafede. Dolayısıyla yolda kitap okumak için vaktim oluyor. Bazen keyfim olmuyor ve sadece yola bakmak istiyorum gerçi ama sık sık da okumaya çalışıyorum. Vikitap güzel bir site benim için. Güncellemelerimi sürekli olarak oradan yapıyorum.

Çınar'cım da benim gibi okula başladı bu sene. Okumayı yazmayı öğrendikçe şaşırıyorum, seviniyorum. Okul çıkışlarında yaptığı organizasyonlar (şununla buluşalım, bunlara gidelim, şunu yiyelim, bunu seyredelim gibi) beni hem şaşırtıyor hem de sosyal bir birey olacağı konusundaki umuduma destek oluyor. Tabi ki her birine olumlu cevap veremiyoruz ama o sormaktan vazgeçmiyor :)

Film ve dizi seyretme konusu ise eski hızıyla devam ediyor. Her akşam mutlaka en az bir dizi ya da film seyretmeye çalışıyoruz. Tabi ki Çınar uyuduktan sonra, o uyanıkken onunla birlikte seyrettiğimiz çizgi filmler hariç tabi ki..

Bu sene hakkaten yoğun geçiyor. Ama ne demiş şair;

Hayat kısa, kuşlar uçuyor.. (Cemal Süreyya)

10 Nisan 2016 Pazar

Gençlik

LGS sınavında 274 bininci olmuşum sayın seyirciler. Yani lise mezuniyetimden neredeyse sayıyla 20 yazıyla yirmi sene sonra (19 sene) sınava girdim ve % 10 un arasında kaldım. Benim için oldukça şaşırtıcı oldu. Çok iyi olduğumu düşündüğümden değil yanlış anlaşılmasın ama bundan 20 sene önceki bilgimle sınava girip şimdiki zehir gibi (!) gençlerin çok arkasında kalmamış olmak tuhafıma gitti. Lisede olsaydım bu sonuç beni epey üzerdi orası kesin. Çünkü bundan neredeyse 20 sene önce ilk 15.000 e girerek eczacılık fakültesini kazanmışım. Şimdi aldığım puanla bir halt olabileceğimden değil ama benden sonraki yaklaşık 1 milyon 750 bin öğrencinin durumu fena olduğu için hem üzgün hem de şaşkınım. Zaten şu eğitim sistemimiz iyiye gitmedikçe milletçe bizden bir halt olmaz. Bu durumda çocuğum için de endişeliyim haliyle..

Arada güzel şeyler de oluyor be sayın seyirciler. Mesela geçtiğimiz hafta arkadaşlarla İstanbul'a gittik. Lord Of  The Rings Concert'e gittik. Başta kitaplarının hastasıyız. Filmleri de bana göre bir kitaptan uyarlanan en iyi filmler. Karakterler falan görsel olarak o kadar iyi oturmuş ki neredeyse tam hayal ettiğim gibi diyeceğim. Dolayısıyla filmlerini de birkaç kez (!) seyretmişliğimiz var. Arkadaşlar konser haberini verdiklerinde heyecandan ellerimin titrediği doğrudur :) Hatta onlar ne olduğunu anlamadan ipadi kucağıma alıp 4 kişilik yer beğendiğim ve hemen akabinde biletleri aldığım da doğrudur. Ama zaman zalim sayın seyirciler. Biletleri aldıktan yaklaşık 2 ay kadar sonra konser zamanı geldiğinde ilk günkü heyecanım yoktu ne yalan söyleyeyim. Bazen evden, Çınar'dan uzaklaşmak fikri çok cazip gelse de zaman kapıya dayandığında onu bırakmak o kadar da hoşuma gitmiyor. Hoş, kendisi çok problem yapmadı çünkü yatılı nöbetlerimden ötürü benden sık sık ayrı kalmaya, okul çıkışlarında falan dedesine gitmeye alışkın. İnsan yine de gittiği yerde her gördüğünde, her yediğinde, her duyduğunda Çınar olsaydı şöyle yapardı diye geçiriyor içinden. Analık zor şey diyeceğim ama o da nereden baktığınıza bağlı galiba. Dün facebookta üniversiteden bir arkadaşımın güncel profil fotoğrafı takıldı gözüme. Karı koca, yanlarında büyük oğulları (evet yaşıtız), önlerinde küçük kızları, kucaklarında yeni bebeleri. Ama hepsinin de yüzü gülüyor. Hoş, insan gülmediği, kötü göründüğü fotoğrafı zaten koymaz oralara da, insan bakınca böyle bir tuhaf oluyor. Dile kolay 3 çocuk arkadaş! Zorun zoru bana göre. Ama görüntü de bir o kadar güzel. Aynen bu duygularla yorum yazdım fotoğrafın altına. Arkadaşım da cevap yazmış "Zor diye ir şey yok arkadaşım, hayat sevince güzel".. Öyle hakkaten. Hayat sevince ne kadar güzel ve kolay..

Bu arada iki kitap ile ilgili yorum yazdım; Cehennem ve Abim Deniz şimdilik. Kitap ve film yorumlarım eskisi gibi kendi sayfalarında mı olsunlar yoksa hepsini birden buraya mı yazayım ona da karar veremedim..

3 Mart 2016 Perşembe

Devam

Çınar'cım büyümeye devam ediyor. Şimdi 5,5 yaşında. Evet o büyüdükçe ben de "yaş" alıyorum. Bu aralar bu aklım daha önce niye başıma gelmemiş diye çok hayıflanıyorum. Sağlık alanında çalışmak bir anlamda kötü olsa da iyi tarafları da çok. Öncelikle manevi tatminden bahsediyorum. "Dawson's Creek" teki Pacey'nin (Joshua Jackson) bir lafı vardı. Bana olsun deyip de olduramadığım bir şey yoktur diye. Aslında bu şekilde ifade edildiğini çakması Kavak Yellerinden hatırlıyorum. İşte ilaç bulma konusunda aynı düşüncelerle işe başlayıp çözüme ulaşıyorum. Bu yüzden ismimle arayan hasta, doktor olması keyfime keyif katıyor yalan değil. Ama bu bile yeterli gelmiyor bu aralar. Ah bu aklım daha önce başıma gelseydi de tekrar sınava hazırlansaydım ve başarsaydım diye düşünüyorum. Bu sene yine de gireceğim sınavlara ama yaş gelmiş 37 ye. Bundan sonra kazansam okusam ne olacak diye de düşünmeden edemiyorum. Zaten 150 neti çıkarmak da her yiğidin harcı değil. Benimkisi öylesi bir rüya. Ah bu ben..

İstediğim kadar çok kitap okuyamıyorum, istediğim kadar çok film seyredemiyorum. Sanki ne yapıyorum bunları yapamadığımda, vatana millete hayırlı evlat mı oluyorum, o da yok. Çınar'a da yetemediğimi düşünüyorum çoğunlukla. Oynamaya bile vakit kalmıyor neredeyse.Çocuklu okuyuculardan hala takip etmeyen kaldıysa Oyuncu Anne'yi takip etmelerini tavsiye ederim bu arada. Ama gerçekten bu insanların işten eve gelip yemekti ev işiydi derken çocuklarıyla nasıl vakit geçirdikleri muamma benim için. Belki de benim bu aralarki negatifliğimden. En iyisi ben çekileyim sayın okur. Düzelince geri gelirim sanırım galiba heralde..

7 Ocak 2016 Perşembe

Of ki ne of!

Ah Sergül! Ah Efsun!

Ne kadar boş geliyor her şey. Bir şey değişiyor ve her şey alt üst oluyor. Yapılan yorumların bazılarının amacını anlamaksa mümkün değil. İnsanın içi bu kadar acır, yüreği bu kadar kanarken, iyi şeyler duymaya ihtiyacı varken, neden kendimize engel olamıyoruz acaba? Eminim herkes merak ediyor nasıl oldu, ne zaman oldu, neden oldu, ama en azından acı bu kadar tazeyken biraz saygı ya.. :(   www.yolunneresindeyim.blogspot.com 

Bana gelecek olursam hayatımda değişiklik var mı var.. Her şeyden önce günbegün büyüyen bir oğlum var çok şükür! Zor mu? Hem de nasıl.. Ben? Bazen mutlu ve umutlu, bazen kötümser, neredeyse her şeyden vazgeçmiş durumda. Hayat zor Yonca! (Allah daha büyük dert vermesin tabi). Of o kadar içim sıkkın ki Efsun'a ne yazsam boş gibi şu an. Başka haber vermek de istemiyorum. Sadece bunları yazmak istedim..

21 Mayıs 2015 Perşembe

Çok Eğlenceli, valla bak :)

Merhaba! :)

Gittim, gezdim, geldim ama hala kendime gelemedim. Ne iyi değil mi?

Eşimle birlikte turla Budapeşte-Viyana-Prag turuna katıldık. Ben özellikle Viyana'ya, eşimse Prag'a hayran kalarak döndük. 8 günlük bir turdu. Ama ben yaşlanmışım sayın okur. Nerde o eski gençlik yıllarındaki fıt fıt gezme. Ha gezmesine gezdik, ayaklarımıza kara sular indi, yorgunluktan öldük geberdik ama oraya kadar gitmişken şunu da görmeden bunu da görmeden olmaz diye diye akşamları sürünerek otele döndük. Gezinin hakkını verdik evet ama dönüşümüz de o şekilde muhteşem (!) oldu. Geldiğimizden beri özellikle ben toparlanamadım. Artık söylemeye utansam da sürekli hastayım. Günlerdir o doktora git bu doktora git (hastanede çalışıyor olmasaydım bu kadar çok doktora gitmeyeceğim kesin yine de) her tahlil normal ama bende düzelme anlamında bir değişiklik yok. Bugun artık bir de idrar tahlili yapalim dediler, o da ne, enfeksiyon çıktı. Hayret! Ama bakalım, tedavi olunca umarım daha iyi olacağım!

Gezi notlarımı fotoğraflarla anlatmak istiyorum. Yani en kısa zamanda diyeyim, ama belli bir yaşın üzerindeyseniz (mesela 35 gibi), öyle tek seferde birkaç yer gezelim demeyin. Tabi bunlar para, sağlık, zaman gibi bir sürü şeye de bağlı biliyorum ama diğer türlüsü hakkaten yorucu oluyor.

Efendime söyleyeyim, bu arada bir sürü kitap da okudum. Özellikle, hastanemizi uzak bir yere taşıyıp bizi servis tutmaya mecbur ettikten sonra. Yolda yapılabilecek en iyi şey kitap okumak bence. Sırf bu yüzden yol gözümde büyümüyor artık. Yine buraya yazma umudum olsa da, sevgili sineshoot'ın tavsiyesiyle keşfettiğim vikitap'ta yaptım güncellemeleri.

Tess Gerritsen'in Cerrah'ından sonra Rizzoli and Ishels adlı diziyi seyretmeye başladım. Kitap çok güzeldi, tabi korku gerilim sevene. Her sayfada ayrı bir gerilim, heyecan, sonuna kadar kalbim güm güm. Kitaptaki dedektiflerden biri Rizzoli. İshels ise bu kitapta yok bile. Devam kitaplarında sahneye çıkıyormuş kendisi. Dizi güzel olmasına güzel ama kitaptaki gerilimden eser yok. Daha çok çerez tadında, hani eşimin bile seyretmediği, kızsal dizi olarak adlandırılan türden gibi geldi bana. Yine de seyrediyorum. Uyku düzeniniz benimki gibi .om.oksa gecenin 04:30 unda bile uyanıp seyredebilirsiniz.

Benden şimdilik bu kadar. Sevgiler bu abuk, hastalıklı, eğlenceli (!) satırlarımı okuyan herkese :)

26 Şubat 2015 Perşembe

Temalı günler ve biz

Rüzgar'ın Adı çok güzel bir kitaptı sayın seyirciler. 1000 küsür sayfalık ikinci kitabı okumak için sabırsızlanıyorum. Ama araya birkaç kitap da sıkıştırmak istedim, dile kolay 1000 küsür sayfa. Ne zaman biteceği belli olmaz! Arada Sarah Jıo'nun Mart Menekşeleri'ni okudum. Biraz abartı geldi bana, çok romantik değilim sanırım. Sonra Ece Temelkuran'a artık bir el atayım dedim. Düğümlere Üfleyen Kadınlar'a başladım. İtiraf ediyorum beklediğim gibi çıkmadı. Belki de yanlış kitaptan başladım ama kitap oku oku bitmiyor gerçekten de :( Paul Auster'ın da çok seveni var. Görünmeyen ve Leviathan ile ben o gruba da dahil olamadım..

Bu aralar dizilerden Knick'e başladık bir de. House ile American Horror Story arasında bir yerlerde gidip geliyor gibi geldi bana. Henüz 4 bölüm seyrettik, ilerledikçe yorumum da netleşir.

Geniş bir evim olsun, evimin salonunda boydan boya bir kitaplık olsun, sahip olduğum bütün kitapları en değerli hazinem olarak sergileyeyim istiyorum. Ama kitaplık da kapalı olmalı, açık olanın tozundan kurtulamadım gitti çünkü! İşte bununla ilgili yol almaya başladık bu aralar. Heyecanla sonuç bekliyoruz :)

İnternette en çok kullandığım sosyal ağlar arasında facebook ve instagram geliyor. Bir de bu aralar vikitap. İletişim kurmayı ve paylaşmayı seviyorum. Ama bazen öyle samsalak şeyler paylaşılıyor ki hala şaşırıp kalabiliyorum. Mesela bugün, bir erkek annesi olmama rağmen, düğünde karı koca olarak fotoğraf çektirmek isteyen bir gelinin damada "anneni kardeşlerinin yanına gönderir misin, ikimiz bir fotoğraf çektirelim" demesi, bunun üzerine damadın annesine "kardeşlerimin yanına gider misin" demesi, annesinin de bu durum karşısında adeta dünyasının yıkılarak ağlaması ve gitmesini nasıl desem, midem bulanarak seyrettim. Sonrasında adam hata yaptığını anlıyor ve gidip annesinin ayaklarına kapanıp ona sarılıyor ve kardeşleriyle falan hep birlikte düğün yerini terkediyorlar. Yani nedir ki şimdi bu? Bir annenin çocuğuna o kadar bağlı olması mı, bir çocuğun annesine o kadar bağlı olması mı karar veremiyorum asıl rahatsız eden hangisi. Elbette çocuğumu çok seviyorum ama zamanı geldiğinde o da kendine dilediğince bir hayat kursun, sevdikleriyle yaşasın isterim. Evlenirse eşinin yeri ayrı annesinin yeri ayrı olsun. Acaba bunları Çınar henüz 4,5 yaşında olduğu için mi rahat söyleyebiliyorum? Yok ya sanmıyorum..

İş yerindeki arkadaşlarımızla bir "gün" kurmaya karar vermiştik. Sonrasında bu günü temalı güne çevirmeye karar verdik. Sonrasında nasıl eğlenceli bir şeyler oldu, nasıl gülmekten çatladık, nasıl fotoğrafları gören herkesleri heveslendirdik anlatamam :) Ben kendimce, çok rahatladım. Kuvvetle muhtemel, daha önceden çok da hoşlanmadığım bir "arkadaş"ın da aramızda olmasından, içimi dışıma çıkartamıyordum diyelim. Şimdi herkes, her şey daha samimi ve sıcak geliyor. Ben de daha rahat ve sevgi dolu olabiliyorum dolayısıyla. Fotoğrafları görünce anlayacaksınız :) 1. gün teması denk geldiği için Cadılar Bayramı, ikincisi rüküşlük, üçüncüsü yılbaşı, dördüncüsü erkek görünümlü kadınlar ve beşincisi de palyaço idi. Buyrun efendim :)