31 Ağustos 2008 Pazar

Speed Racer, 2008 (6,5)



Andy ve Larry Wachowski kardeşlerin yeni filmini seyrettik haftasonu. Matrix’ten ötürü büyük bir hayranlığım var kendilerine. Sonrasında V For Vendetta gibi harika bir film daha yapmışlardı.

Speed Racer biraz daha anime kıvamında. Bu açıdan kendimi zaman zaman Bee Movie’nin bal yapım fabrikasında zannettim :) Renkler süperdi bir kere. Her yer cıvıl cıvıl, rengarenk ve eğlenceliydi.



Kahramanımız Speed Racer (çocukluğu Nicholas Elia, gençliği Emily Hirsch) Racer ailesinin en küçük ferdidir. Babası Pops (John Goodman) hiçbir firma ile anlaşmayarak yıllarca kendi arabalarını kendisi üretip yarışlara katılmıştır. Büyük oğlu Rex (Scott Porter) son zamanların gözde yarışçısıdır. Speed abisine hayrandır ve sürekli olarak onunla yarışlara gitmek ister.



Rex yarışlarda kendini kanıtladıkça firmalardan teklif almaya başlar. Babası karşı gelse de bir gün evi terk ederek Racer ailesinden ayrılır.

Bundan sonra Rex’in haberlerini televizyondan almaya başlayan Racer’lar bir gün Rex’in ölüm haberini de alırlar. Hilekarların yarışı Costa Rica’daki buz pistinde kaza yapmış ve yanarak ölmüştür.





Yıllar sonra Speed de yarışlarda ismini duyurmaya başlamıştır. Ona da sürekli teklifler gelmektedir. Ama o ailesine çok bağlıdır. Kız arkadaşı Trixie (Christina Ricci), annesi (Susan Sarandon), kardeşi Spritle (Paulie Litt) ve babası için çalışan Sparky (Kick Gury) ile iyi bir takım oluşturduklarını düşünerek hepsini reddeder.



Bir gün evlerine Royaltan endüstrisinin sahibi Arnold Royaltan (Roger Allam) gelir. Çok güzel bir teklifi vardır. Karar vermeden önce Racer’ları kendi ailesiyle tanıştırmak ister. Racer’lar Royaltan’a gitiklerinde çok etkileyici bir ortamla karşılaşırlar. Yine de Speed teklifi geri çevirir. Bunun üzerine Royaltan çirkefleşir ve yarışlarda yaşanan hilelerden bahseder.



Speed’in eline Royaltan’ı alt etmek için bir fırsat geçecektir. Abisinin ölümünden 2 yıl sonra ortaya çıkan Racer X (Matthew Fox) da ona yardım edecektir. Birlikte yarışarak Royaltan’a ve onun gibilere hak ettikleri cezayı verebilecekler mi? Racer X nereden çıktı? Speed efsane yarışta rekor kırabilecek mi?



İşte bütün bu sorulara filmi seyrederek cevap bulabileceksiniz. Filmde bol bol heyecan ve hız da bulacaksınız.

Bu film de yeni. Zaten bu aralar hep yeni film seyrettik (birazdan bahsedeceğim Shawshank Redemption hariç). Bu film de 2008 yapımı. Bence eğlenceli ve güzeldi ama IMDB puanı çok iç açıcı değil : 6,5.



Speed Racer karakterini canlandıran Emily Hirsch’i In To The Wild filminden biliyoruz. Biliyoruz dediğime bakmayın aslında seyretmedim henüz :) Ama methini çok duydum :) En kısa zamanda da seyredeceğim umarım. Onun dışında The Girl Next Door’da oynamış bildiğimiz filmlerden. Sabrina ve ER gibi severek seyrettiğim dizilerde bir iki bölümde rol almış.



Christina Ricci’yi ilk kez Trixie rolünde bu kadar renkli görüyoruz yanlış hatırlamıyorsam. Ben çok da yakıştırdım doğrusu. Christina Ricci deyince benim aklıma gelen ilk film Adams Family oluyor. Siyah-beyazlar içinde bir Christina yani. Sonrasında Casper’da yine soluk tenli bir kızı canlandırmıştı. Johnny Depp’le de Sleepy Hollow ve The Man Who Cried gibi filmleri var.



John Goodman’ı hep komedi filmlerinde seyrettik hatırladığım kadarıyla. The Flinstones, Coyote Ugly, The Big Lebowski, O Brother, Where Art Thou? Bildiğimiz filmleri. Bu arada çok iyi seslendirme çalışmaları da var. Bayıla bayıla seyrettiğim Monsters Inc.’te yeşil canavarımız Sullivan, Cars’ta Sullivan Truck bunlardan birkaçı.

Susan Sarandon’dan en son yazdığım Enchanted’da bahsetmiştim. Matthew Fox’tan da Vantage Point’te bahsetmiştim daha önce.

28 Ağustos 2008 Perşembe

Cowboy Bebop (Kauboi Bibappu), 1998 (9,4)



Geçen hafta bitirmiştik bu animeyi ama yazma fırsatım olmadı daha önce.

Ana karakterimiz Spike, 2070 li yılların ödül avcılarından biri. Para kazanmak için başına ödül konulan suçluları yakalamaya çalışıyor. İlk bölümlerde Spike ve uzay gemilerini kullanan, tamir eden, yemek yapan (!) Jet var sadece. Daha sonra tesadüf eseri karşılaştıkları Faye ve Edward da kadroya dahil oluyor ve ondan sonraki bütün koşturmacalarında 4 kişi birlikte hareket ediyorlar.



Tabi asıl adam yine Spike. Faye de kendi gemisiyle çıkıp ona yardım ediyor zaman zaman. Edward eski hackerlardan biri ve kadronun bilgisayar dahisi. Jet’se yine gemideki yemeklerle, planla, çiçekleriyle falan uğraşıyor. Nadiren eline silahını alıp yardıma gidiyor falan.



Her bölümde başka bir macera yaşıyorlar ve genel olarak suçluları canlı yakalayamadıkları için para kazanamıyorlar. Bu yüzden buzdolapları çoğunlukla boş :)



Sonuç olarak, çizgiler çok güzeldi, konular çok iyiydi, heyecanlıydı ve diğer animelerden farklıydı. 25 bölüm sonrasında film uzunluğunda son bir bölüm daha vardı. Bu son bölüm diğerlerinden bağımsızdı. Şöyle ki, 25 bölüm sonunda kadrodan ayrılanlar olmuştu, ama bu 26. bölümde onlar tekrar ortaya çıktılar.

Ha bu arada kadroda bir de köpek vardı. O da çok şekerdi :)

Karakterleri kısaca tanıtayım:



Spike Spiegel : Spike acaip rahat biri. Kimseyi takmaz, dert etmez, “cool” denen tarzda, ağzında her zaman bir sigarası olan, yoksa bile hemen çıkartıp sigarasını yakan öyle kendi halinde biri. Kötü adamlarla savaşıp para kazanmaktan başka bir amacı yok. Ha tabi bir de Julia’sı var. Yıllar önce çalıştığı örgütteyken sevgili olan, ama örgütütten ayrılmaya karar verdiğinde ondan da ayrı düşen Julia’sı (bu konuda başka da bir şey demeyeceğim ühü)



Jet Black : Jet oldukça babacan tavırlı bir amca :) Sürekli bir karmaşanın ortasında olsalar da, Karete Kid’deki yaşlı nur yüzlü amca gibi sakin sakin çiçekleriyle ilgilenebiliyor. Tek istediği Spike’ın avlarını öldürmeden yakalayıp polise teslim etmesi :)



Faye Valentine : Faye kadroya sonradan katılanlardan biri. Taş gibi bir vucüt, mor saçlar, kısacık bir şort, göğüslerini iyice meydana çıkaran daracık bir bluz ve altında topuklu botlarla her bakanı çevirip bir daha kendine baktıran bir kadın. Sadece Spike’in ilgisini çekemiyor, çünkü onun aklında Julia’dan başkası yok. Faye daha önce bir kaza geçirip dondurulmuş ve iyileştirildikten sonra çözdürülerek hayata geri döndürülmüş biri.



Edward Wong Hau Pepelu Tivruski IV : Ed’se tam bir şeker :) Turuncu saçlı, kadronun zıpırı sevimli mi sevimli bir karakter. Konuşmaları daima melodik. Birine seslenirken bile şarkı söyler gibi seslenip kendince garip sesler çıkartarak ortamı şenlendiriyor. Hacker’ken en çok istediği şey hayran olduğu Spike’ın gemisine binip onlarla çalışmak. Sonunda başarıyor da. Bir gün görevlerinde onlara yardım ediyor ve sonunda istediklerini yapmalarını istiyor. Görev tamamlandıktan sonra Ed’in isteği karşısında şaşırsalar da Ed bavulunu toplayıp bir anda gemiye yerleşiveriyor :) İsmi yanıltmasın bu arada, o bir kız.

Bu arada bu anime diziler 1998 yılında yapılmış. Yönetmenliğini de Hajime Yatate yapmış. IMDB puanı her şeyi açıklayacaktır size : 9,4.

Biri spor mu dedi?

- Kaç aylık hamilesin?

- (oha, emin değilsin bari önce hamile olup olmadığımı sorsaydın ayıcık) hamile değilim.

- Hadi canım!

- (Terbiyesiz, bir de inanmıyor) Gerçekten hamile değilim.

- E o zaman hastalık falan mı var?

- (dayağı hak ediyorsun ama bak) Yok, sadece göbek var! (gıcık şey) (bak kızım buna göğüs altından robalı elbise derler, bunu Charlize Theron bile giyse, göğüsten sonrası hamileymiş gibi geniş durur tamam mı?)

26 Ağustos 2008 Salı

Enchanted, 2007 (7,6)



Dün yemek sırasında da bir film seyretmeye karar vererek 2 film birden günü yapmayı hedefledik. Tabi Taksim’in ara sokaklarındaki 2 film birdenlerden değil :)

Bunlardan ilki animasyonla gerçek dünyayı birbirine karıştıran ve hatta ödüller alan Enchanted’dı. Animasyonun diğer filmlere karıştırıldığı ilk film Roger Rabbit’li olandı yanlış hatırlamıyorsam. Enchanted tam olarak o şekilde değildi. Yani Roger Rabbit gibi çizgi karakterleri insanların yanında göremiyordunuz. Bu filmde iki farklı dünya ve bu dünyalar arasında bir kapı vardı. Birinden diğerine geçtiğiniz zaman gerçek insan ya da çizgi karakter oluyordunuz.



Filmimiz bir masalla başlıyor (bu kısımlar anime). Aslında her masaldan bir parça var bu masalda. Külkedisi kadar güzel olan Giselle (Amy Adams), Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’deki gibi bir evde yine hayvanlarla dost olarak yaşıyor ve uyuyan güzeldeki gibi gerçek aşkının gelip onu öpmesini bekliyor.



Yakışıklı Prens Edward’sa (James Marsden) annesi kraliçe Narissa (Susan Sarandon) tarafından sürekli takip edilmekte ve prensesle karşılaşıp ona aşık olmasını engellemek için başka işlerle meşgul edilmektedir. Narissa tacını kaybetmekten korkar.

Bir gün Edward, Narissa’nın sadık uşağı Nathaniel’le (Timothy Spall) yine canavar avına çıktığı sırada Giselle’in şarkı söylediğini duyar. Kendisi de “Gerçek Aşk Öpücüğü” şarkısına eşlik ederek Giselle’i bulmaya gider. Nathaniel bunu engellemek için yakaladıkları canavarı serbest bırakıp Giselle’i öldürmesini ister. Ama Edward elini çabuk tutar ve Giselle’i kurtararak sarayına götürür.



Giselle ve Edward evlenecektir. Düğün hazırlıklarına başlanır. Giselle masallara layık beyaz ve kabarık gelinliğini giyip de Edward’ın yanına gitmek üzereyken bir cadı gelip (aslında bu kılık değiştirmiş olan Narissa’dan başkası değildir) ona evlenmeden önce bir dilek dilemesini söyler. Bunun için bir kuyunun önüne giderler. Giselle dilek dilerken gözlerini kapadığı sırada cadı onu kuyuya iter ve Giselle düşer de düşer.

Gözlerini açtığında kendini farklı bir dünyada bulur. Önündeki kapıyı açıp dışarı çıkar. Aslında kapı olarak gördüğü rögar kapağıdır. Şaşalı kıyafetiyle dışarı çıktığında herkes ona deli gözüyle bakar. Giselle’se korkmuştur. Kimseyi tanımamaktadır ve kendi düğününe yetişmek için acele etmektedir.

Tesadüfler sonucu Robert (Patrick Dempsey) ve kızı Morgan’la (Rachel Covay) ile karşılaşır. Morgan Giselle’in gerçek bir prenses olduğunu düşündüğü için ona hayranlıkla bakar. Robert’sa onun yardıma ihtiyacı olduğunu düşünür ve yağmur da yağdığı için bir araba gelene kadar onu evlerine götürmeye karar verir. Ancak Giselle çok yorgundur, koltuğa oturur oturmaz uyuyakalır.



Bu arada Giselle’in diğer dünyadaki hayvan arkadaşlarından sincap Pip Prens Edward’a olan biteni anlatır ve onlar da Giselle’in arkasından kuyuya atlarlar. Prens de aynı rögar kapağından bildiğimiz dünyaya düşer :)

Sihirli aynasından her şeyi seyreden Narissa Nathaniel’i de bu ikilinin arkasından yollayarak onları engellemesini ister.



Ertesi gün Giselle uyanınca evin dağınıklığı ve pisliği karşısında hep yaptığı gibi cama çıkıp şarkı söyleyerek hayvanları yardıma çağırır. Morgan uyandığında gördükleri karşısında şaşkına döner ve hemen gidip babasını da uyandırır. Robert ve Morgan bütün hayvanları dışarı çıkarttıktan sonra banyodan gelen sesi duyarlar. Giselle banyoda şarkı söylemektedir. Robert içeri girdiğinde iki güvercin şapdadanak havluyu Giselle’e sarıverirler :)



Bu arada Robert’ın nişanlısı Nancy (Idina Menzel) Robert’ın evine gelip Giselle ve Robert’ı uygunsuz durumda yakalar (aslında tabi ki durum öyle değildir) ve kızarak evden çıkar. Bunun üzerine Robert Giselle’in evden gitmesini ister. Dışarı çıktıklarında eline biraz para da vererek onu gönderir. Ancak arkasından baktığında içi rahat etmez ve onu alıp tekrar eve götürür. Robert her uyandığında bir gün perdelerin bir gün örtülerin kesilip kesilip Giselle’e elbise olduğunu görür.



Robert Giselle’le vakit geçirmeye başlar ve onu yemeğe götürür.



Ve sonunda Edward Giselle’i bulur. Ancak o gelene kadar Giselle bu yeni dünyaya alışmıştır ve diğer dünyaya dönmeden önce bu dünyanın güzelliklerini yaşamak ister. Bir gün sokakta gördüğü balo haberi aklına gelir ve Edward’a oraya gitmek istediğini söyler. Her şey bittikten sonra birlikte diğer dünyaya döneceklerdir.

Bu arada Nathaniel kılıktan kılığa girerek Narissa’dan aldığı zehirli elmaları Giselle’e yedirmeye çalışır.



Baloda Robert ve Nancy’le de karşılaşırlar. Birlikte dans etmeye başlarlar. Son şarkıda eşlerin değiştirilmesi istenir ve Robart ile Giselle karşı karşıya gelir. Dans ederken birbirlerine öyle bir bakışları, öyle bir dokunuşları vardır ki Nancy daha fazla dayanamaz ve danslarını bölüp Robert’ı geri alır. Edward da geceyi sonlandırıp diğer dünyaya dönmek için Giselle’i alır ve balo salonundan çıkmak üzere merdivenlerden çıkar.



Tam o sırada Giselle’i kuyudan iten cadı ortaya çıkar ve Giselle’le konuşmaya başlar. Giselle’in Robert’a bakışını fark etmiştir ve sohbetini bunun üzerine kurar. Giselle’in her şeyi unutup eski yaşantısına dönmesi için bir fırsatı vardır. Eğer bu sihirli elmadan bir ısırık alırsa bu dünyada tanıdığı herkesi unutacaktır. Giselle çok üzgündür ve elmadan ısırdığı anda yere düşer.



Tam bir masaldı evet. Müzikleri çok güzeldi, kadının sesine bayıldım. Zaten müzikleri için ödül falan da almış bu film. Bazı şeylerin fazlasıyla pembe olması dışında güzeldi. Yani bazen o kadar masalsı oluyordu ki baygınlık geçiriyordunuz. Yine de eğlenceliydi, tavsiye ederim.

2007 yapımı bu filmi Kevin Lima yönetmiş ve IMDB’de 7,6 puan almış.



Karakterlere gelince Patrick Dempsey’i Grey’s Anatomy dizisinden oldukça yakından tanıyoruz :) Adam hep aynı. Baygın bakışlar, yandan çarklı gülümseme, dizide neyse filmde de oydu. Gerçi filmin gerektirdiği de buydu, o yüzden rahatsız etmedi beni. Aslında bir sürü filmde rol almış ama ben diziden sonra tanıdığım için öncesinde seyrettiğim filmlerden hatırlamıyorum onu.



Yakışıklı prensimiz James Marsden’ıysa X-Men serisindeki gözlüklü mutant Scott Summers diğer adıyla Cyclops olarak tanıyoruz. Onun dışında yeni sayılan 27 Dresses’ta seyretmiştik onu. Superman Returns, The Notebook, Zoolander, Gossip rol aldığı diğer filmlerden.



Güzeller güzeli Giselle’i canlandıran Amy Adams’ında bir sürü filmi var. Cruel Intentions 2, Catch Me If You Can seyrettiğmiz filmlerinden. Smallville, Buffy The Vampire Slayer, Providence ise yine seyrettiğimiz dizilerden. Ama hiçbirisinden de hatırlayamadım. Öykücü’müm yolladığı The Wedding Date’te de oynuyormuş ama onu seyredemedim henüz.



Nathaniel rolündeki Timothy Spall’ı ise ben özellikle Harry Potter serisindeki Peter Pettigrew yanlış hatırlamıyorsam Kılkuyruk lakabı olan) olarak tanıdım. Sonra Lemony Snicket’s A Series Of Unfortunate Events’te (Talihsiz Serüvenler Dizisi) Bay Poe olarak seyrettik kendisini. Aslında Vanilla Sky ve daha önce bahsettiğim Sweeney Todd’da da oynamıştı.



Susan Sarandon'ıysa nereden tanımıyoruz ki? :) 100'e yakın filmi var. Ben doğmadan çok önce ta 1970'te başlamış filmlerde rol almaya. Benim aklımdaki ilk filmi 1991 yapımı Thelma & Louise. Daha sonra Lorenzo's Oil, Twillight, Stepmom, Shall We Dance, Elizabethtown gibi filmlerini seyrettik.

Felon, 2008 (7,9)



Wade Porter (Stephen Dorff) müstakbel eşi Laura (Marisol Nichols) ve çocukları Mickey (Vincent Miller) ile yeni aldıkları evde mutlu mesut yaşamaktadırlar. Wade kendi kurduğu işi yürütmeye çalışmakta ancak bunu yaparken maddi olarak da zorlanmaktadır.

Bir gece yattıkları yerden bir ses duyarlar Wade ve Laura ve hemen kalkıp Mickey’nin iyi olup olmadığına bakarlar. Mickey iyidir ancak, eve bir hırsız girmiştir. Wade adamı görür ve onu kovalamaya başlar. Evin dışına çıktıklarında adamın elinde bir şey olduğunu görür ve içgüdüsel olarak elindeki beyzbol sopasıyla adamın kafasına vurur. Adam anında yere yığılır, kafasına aldığı darbeyle ölmüştür.

Wade panik olsa da hemen gerekli yerleri ararlar. Gelen polislerin çok basit bir cümleleri vardır : Hırsız evinizden çıktığı andan itibaren sizin için tehdit oluşturmayı bırakmıştır. Wade’in çekeceği cezanın başlangıç cümlesi de budur. Artık o cinayetten tutuklanan bir katildir.

Avukatı kendisine verilen cezaya itiraz etmez ise 3 sene yatıp çıkacağını, itiraz durumundaysa 1. derece cinayetten yargılanarak 15 sene yatabileceğini söyler. Wade mecburen cezasını kabul eder. Şimdi yapması gereken tek bir şey vardır. Bu 3 sene boyunca beladan uzak durmak.



Ancak daha kalacağı hapishaneye götürülürken otobüste kargaşa çıkar. Mahkumlardan Danny Samson (Chris Browning), başka bir mahkumu bıçaklar ve bu bıçağı adamlarından birine verir. Bu adam da yeni gelen olarak bıçağı Wade’e verir ve onu koltuğunun altında bulduğunu söylemesini ister. Wade’in aklı karışmıştır. Henüz hapishane kurallarını bilmemektedir ancak yine de denileni yapar.

Polis memurları Wade’in Danny’yi koruduğunu düşünerek onu daha tehlikeli mahkumların tutulduğu SHU’ya koyarlar. Burası Wade için daha da zordur. Çünkü mahkumlar çetelere ayrılmıştır ve her çete diğeriyle savaş içindedir. Wade’in hayatta kalabilmesi için kendisine bir yol çizmesi gerekir.



Bu arada kaldığı hücreye yeni bir mahkum getirilir : John Smith (Val Kimler). John 16 kişiyi gözünü kırpmadan öldürmüştür ve yıllardır hapiste olduğu için (ve de müebbet yattığı için) diğer mahkumlarca kabul edilen bir saygınlığı olan biridir. Çok katıdır. Wade’e karşı da oldukça serttir ancak zaman geçtikçe Wade’in durumunu fark eder ve ona yardım etmeye karar verir.



Ama hapishanede yaşam yine de çok zordur. Memurlardan Lt. Jackson (Harold Perrineau) da bu hayatı zorlaştırmak için elinden geleni yapar. Wade’in Lt.’ye karşı geldiği bir gün Lt. Wade hakkında olumsuz rapor verir. Bu rapora göre Wade Danny’nin adamlarından biridir ve cinayetlerinde ona ortaklık etmiştir. Bu rapor ışığında Wade cezasına ilave olarak 6 sene daha yer.

Yok yere 9 yıl hapista yatmak Wade’e ve Laura’ya çok ağır gelir. Kendi cezası olan 3 sene bitmek üzereyken yeni eklenen 6 sene için artık bir şeyler yapmak gerekmektedir…

Filmin başından beri bir oturdum bir kalktım. İnanılmaz derecede sinir olsam da bütün yaşananların hayatın gerçekleri olduğunun bilincindeydim. Haksızlığa elbette kimse dayanamaz. Filmlerde seyredince bile inanılmaz sinir oluyorum, asabım bozuluyor. Bunu çok iyi bir şekilde yansıttığı için filmi çok başarılı buldum.
Yönetmen Ric Roman Waugh çok iyi bir iş çıkarmış bu 2008 yapımı ile. IMDB’de de 7,9 puan almış.



Oyunculardan Stephen Dorff çocukluk aşkım sayılabilir. Sanırım onu ilk gördüğüm filmi 1993 yapımı Rescue Me. Sonrasında Blade’de kötü adamlardan Deacon Frost rolünde seyrettik onu. Aslında bir sürü filmi var, ama anımsayamadım onları, isimleri tanıdık da gelmedi. Aerosmith’in Cryin’ klibinde bile oynamıştı :) Epey yaşlanmış tabi yıllar geçtikçe.



John Smith’i canlandıran Val Kilmer konusuna gelince Badem’e ikidebir bu Val Kilmer deyip durdum. Yok değil dedi Bademim. Öyle bir isim yoktu filmde dedi. Ben yineledim sürekli :) Doğruymuş da. Yalnız acaip kilo almış adam. O Saint’teki karizma halinden eser yok yani. Ha katil olmasının verdiği bir ağırlık illa ki var ama, Saint neredeeeee John Smith nerede yani. Top Gun, The Doors, Batman Forever, Heat, Red Planet seyrettiğimiz diğer filmlerinden.



Harold Perrineau’yu ise Lost dizisindeki Micheal karakteri olarak tanıyoruz. Orada da çok sevimsiz buluyordum kendisini, bu filmde de aynı sevimsizliğini devam ettirdi yani :)

25 Ağustos 2008 Pazartesi

Tabiat ve Koza'yla güzel bir haftasonu :)

Haftasonu blog dünyasının iki kankası beni ziyarete geldiler :) Sevgili Tabiat Ana ve Sevgili Koza :)

Tabiat Ana eşi ve Dodik'iyle, Koza ise tek başına geldi. Ancak bu inatçı dörtlü bütün ısrarlarıma rağmen ta buraya kadar sırf bizim için geldikleri halde akşam bizim evimizde kalmadılar. Bizim bile bilmediğimiz ve buraya sanırım yarım saat uzaklıkta olan ıssız bir misafirhaneye giderek geceyi orada geçirdiler.

Cumartesi kahvaltıya yetişmek üzere anlaşmıştık cumadan. Bu yüzden cumartesi erken kalkıp gerekli hazırlıkları tamamladım. 11 gibi merkeze ulaştıklarında eşimle birlikte giderek onları aldık. Çok sıcak bir karşılaşmaydı. Önce eve gelip şöyle bir soyunup dökünsünler rahatlasınlar istedik. O arada kahvaltı çantamızı hazırladım ve her şey tamam olunca, artık hepinizin yakından tanıdığı klasik mekanımız Çınaraltı'na gittik ve orada Uzunbacak'la buluştuk.

Hava felaket derecede sıcaktı. Deniz kenarı olması dolayısıyla sıcağın yanında insanı ezen bir nem de vardı. Ben maalesef geçtiğimiz hafta nöbetçi olduğumdan 1 saat kadar yanlarından ayrılarak işe gittim. Tabi bu arada eşim ve Uzunbacaklarla birlikte değerli misafirlerimizi eve yolladım. Çünkü Dodik hanımın uykusu gelmişti, zaten sıcakta da oturulmuyordu.

İş çıkışı eve gidip sohbete katıldım. Minik balkonumuza çıkıp kızlarla biraz dedikodu yaptık :) Haremlik selamlık durumunu sevmesem de o arada teleizyonda maç olduğu için erkeklerin keyiflerini bozmak istemedim. Zaten biz de balkonda gayet mutlu mesut sohbet ediyorduk :)

Daha sonra hem küçük şehrimizi tanıtalım hem de esintisiz evdense püfürdeyen Taş Bina ortamını tercih ettiğimizden soğuk bir şeyler içke üzere yola koyulduk.

Küüüüüüüüt!



Badimize (siyah olan ufaklık) 5 kişi doluşmuş yolumuzda gidiyorduk ki sağdan bir araba gelip bize çarptı. Çok hızlı olmadığımızdan arabada pek bir panik havası olmadı. Kızlar daha çok benim için korktular. Araba benim tarafımdan çarpmıştı çünkü. Zaten benim kapı değişecekmiş kaskodan öğrendiğimize göre. **Şu kaza işi zormuş hakikaten. İnsanın başına daha önce gelmediği için (gelmesin de zaten) tecrübesizlikten ne yapacağını bilemiyor. Bize çarpan adam çok uyanık çıktı. Polis gelmesine rağmen şu yeni çıkan formları doldurup imzaladık ama adam öyle bilinçli yazmış ki raporunu bizim kısa ve öz anlatımımız ortada kalmış gibi oldu. Neyse sonuçları göreceğiz.

Tabi çekicinin gelip arabamızı çekmesi gerekiyordu, ben Badem'i yalnız bırakmak istemedim herhangi bir şey lazım olabilir düşüncesiyle. Ama değerli misafirlerimizle birlikte yol ortasında kalmak mantıklı olmayacaktı. Dolayısıyla anahtarı kendilerine taktim edip Uzunbacak'la birlikte evimize yolladım onları. Evde neler yaşandı bitti o kısmını ben anlatmayacağım. Bence komik şeyler olmuş ama isterlerse Tabiat Ana ya da Koza anlatabilir :)





Her şeyi halledip eve geldiğimizde akşam yemeği için bir hayli gecikmiştik. Biz hazırlayıp, kızlardan epey yardım aldım sağolsunlar, masaya oturana kadar saat 21:30 oldu. Yemekleri beğendiler gerçi ama bunda uzun süre aç kalmış olmanın etkisi de vardır diye düşünmeden edemiyorum :)



Menümüz şöyleydi:
Fırında tavuk
Fırında makarna (bunu komşunun fırınına atmak zorunda kaldığım için başında duramadım ve daha önce fotoğrafladığım üzere nar gibi kızarmadı :( )
Patlıcan salatası (ben yoğurtlu değil de, domates-salatalık-soğan-sarımsakla hazırlıyorum)
Zeytinyağlı taze fasulye
Zeytinyağlı yaprak sarma
Kırmızı biber konservesi (uydurdum bu ismi sanırım :)

ve şarap :) Tabi Uzunbacaklar da var diye içimi rahat olsun düşüncesiyle Angora açtık. Amma ve lakin yine de içiremedik kendilerine.

Yemek bir hayli geç olduğu için masadan kalkar kalkmaz gitti misafirlerimiz. Oysa benim aklımda film seyretmek, yemek üzerine tatlı olarak dondurma ikram etmek, tabu oynamak, wii oynamak gibi hoş atraksiyonlar vardı. Hiçbirini yapamadık maalesef. Ertesi gün kahvaltı için buluşmak üzere sözleşerek yolcu ettik dodikleri.





Pazar günü ben yine erkenden kalkarak kahvaltı masamızı hazırladım. Aslında plan Çınaraltına gitmekti ama arabamız serviste olduğundan koca sepetleri taşımaktansa evde yemek daha iyi olacaktı. Ben bir heves hazırladım işte böyle masayı. Saat biraz ilerleyince artık uyanmışlardır düşüncesiyle aradığımda kahvaltı masasında olduklarını öğrendim. Kızlar kızlaaaaar! Burada çok kızamadım size, sırası gelmişken kızayım :) İnsan o kadar uğraşma hatırına gene de gelirdi ve ikinci kahvaltıyı ederdi be. Dayaklıksınız efenim, söyleyeyim buradan :)

Sonra kalhvaltı masasını aynen kaldırıp Badem'le kendime tabaklara kahvaltı hazırlayıp bir çırpıda löpürdettik. Daha sonra değerli misafirlerimiz kahve içmeye geldiler bize. Kedi bey de ne fallar bakarmış meğer :)

Kahve sonrasında da evlerine yolcu ettik misafirlerimizi.

Çok telaşlı, heyecanlı ve güzel ama bir o kadar da kısa sürdü bu maceramız. İşte bu iki koca yürekli insan da blog dünyasının bana kazandırdığı değerlerdendi.

** Arabanıza sonradan yaptırdığınız şeyleri kaskoya belirterek onları da kaskoya dahil ettirmeniz gerekiyormuş. Düzenlenen raporun aslını almaya gayret edin (özellikle de kaskonuz yoksa). Raporu yazmadan önce karşı tarafın ne yazdığını okumayı ihmal etmeyin ve mümkün olduğunca resmi bir dille yazın. Kaza olduktan sonra size yardımcı olmaları, en azından akıl vermeleri için tanıdıklarınızı çağırın (panik halinde her şeyi düşünemeyebiliyorsunuz).

Forgetting Sarah Marshall, 2008 (7,6)



Dün işlerimiz halledip koltuklarımıza yayılınca hadi bu sefer komedi filmi seyredelim dedi Badem. Benim canıma minnet zaten :)



Peter Brettel (Jason Segel) Sarah Marshall’ın (Kristen Bell) erkek arkadaşıdır. Sarah Scene of Crime adlı dizinin başrol oyuncularından biridir. Peter ise bu dizinin müziklerini yapmaktadır. İkisi de işlerinde başarılıdır ve her şey yolunda gitmektedir.

Ancak bir gün Sarah Peter’ın evine gelir ve ondan ayrılmak istediğini söyler. Peter bu haber karşısında adeta yıkılır. Önce Sarah’ı ayrılma kararından döndürmeye çalışır. Başarılı olmadığını görünce başka bir adamın olmasından şüphelenir. Sarah’ı azıcık zorladıktan sonra gerçekleri öğrenir. Sarah’ın başka bir adamla ilişkisi vardır.

Aradan 3 hafta geçmesine rağmen Peter hala Sarah’ı aklından çıkaramamıştır. Evde gördüğü her şey ona Sarah’ı ve anılarını hatırlatır. Peter çok duygusal biridir ve bunları hatırladıkça hüngür hüngür ağlar.



Peter’ın arkadaşı (aynı zamanda üvey kardeşi) Brian Brette (Bill Hader) Peter’a tatile çıkmasını söyler. Sarah’ı unutması için evden ayrılması ve başka insanlarla tanışmasını tavsiye eder.

Bunun üzerine Peter Sarah’ın Havai’yi çok güzel bulduğunu hatırlar ve oraya gitmeye karar verir. Ancak gittiğinde bir süprizle karşılaşır. Daha otelin lobisindeylen Sarah’ı görür. Sarah da yeni erkek arkadaşı Aldous Snow’la (Russell Brand) birlikte aynı otele gelmiştir. Yeni erkek arkadaşı da son zamanlarda çok meşhur olan bir müzik grubunun solistidir.



Peter çok rahatsız olsa da daha önce yer olmadığını söyleyen resepsiyon görevlisi Rachel Jansen (Milo Kunis) Peter’ın durumunu fark eder ve ona yardımcı olmak için geceliği 6000 dolar olan suitin boş olduğunu söyler. Sarah ve Aldous yanlarından gidince Peter o parayo ödeyemeeyceğini söyler ancak Rachel her şeyi ayarlamıştır. Oda zaten boştur ve teknik olarak boş kalacağı için oda temizliğini Peter’ın yapması gerekecektir. Peter tabi ki kabul eder.





Bundan sonrası otelde, plajda, yemekte Peter ve Sarah’ın sürekli karşılaşmaları ve birbirlerine gıcık olmalarıyla geçer. Bu arada Rachel’ın güzelliği Peter’ın dikkatini çeker ve Brian’ın ısrarları üzerine (her gün internetten görüntülü görüşme yapmaktadırlar) Rachel’a çıkma teklif eder. Artık ikili olarak karşılaşmakta birbirlerine daha fena gıcık olmaktadırlar.



Sarah, Peter ve Rachel'ı bir arada görmeye başlayınca aslında Peter'ın ne kadar mükemmel bir insan olduğunu hatırlar. O andan sonra da Aldous'un yaptıkları ona ters gelmeye başlar.

Acaba sonunda Peter'a dönecek midir, ya da Peter hala onu istemekte midir, ya da Peter ve Rachel'a ne olacaktır? İşte bütün bu sorular için oturup filmi seyretmeniz gerekecek. Çünkü ben sonunu anlatmayacağım :)

Bu fim de yeni, 2008 yapımı. Nicholas Stoller yönetmiş ve IMDB'de 7,6 puan almış. Oldukça iyi. Hoş da bir filmdi. Yalnız biraz fazla uzadı bana göre. Başları komik ve eğlenceli olsa da süresi nedeniyle sonlara doğru biraz sıkıldım ve bayıldım açıkçası. Yine de eğlenceli ama, seyredilebilir.



Peter rolünde seyrettiğimiz Jason Segel'ı öncelikli olarak cnbc-e dizisinde severek seyrettiğimiz How I Met Your Mother adlı komedi dizisindeki Marshall rolünden tanıyoruz. Daha önce bahsettiğim Knocked Up'ta da beğenerek seyretmiştik kendisini.



Kristen Bell'i ise Heroes dizisindeki kötü karakterlerden biri olarak tanıyoruz. Bu filmde Jason Segel'ın yanında o kadar ufacık tefecik kalmış ki, ondan önce misafirlerimize seyrettirdiğimiz Shrek'teki Fiona'nın prenses halindeyken dev Shrek'in yanaklarını okşarkenki ufaklığı gibi kalmış. Heroes da gayet makul boyutlarda görünüyordu oysa ki. Jason Segel da How I Met Your Mother'da çok makul boyutlarda görünüyordu. Gerçekte hangisi daha normal boyutlarda çok merak ettim doğrusu :)





Milo Kunis'i ilk kez seyrettiğimizi düşünmüştük oysa Gia'da Gia'nın küçüklüğünü canlandırırken seyretmişiz kendisini. Güzeller güzeli bir kadın Milo Kunis. Bir sürü de filmi var ama ben seyretmemişim.