12 Eylül 2007 Çarşamba

Eczacılık nedir? (Eczacı mısın amele misin?)

Yıl 1997. Liseden mezun olmuşum.. İçimde bir heyecan. Hayatımda büyük yer edeceğini bildiğim o büyük sınavın sonucunu bekliyorum..

Ve açıklanıyor. İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesini kazanmışım. Bazıları olsun
canım diyor. Niye anlamıyorum. İsteyerek yazmışım çünkü. Eczacılığın saygın bir meslek olduğuna inanıyorum.

Kayıt zamanı geldiğinde taşı toprağı altın İstanbul'a gidiyorum. İlk gün, İstanbul'u hiç bilmiyor olmanın verdiği korkuyla her yere burayı nasıl hatırlayacağım gözüyle bakıyor ve
her şeyi ezberlemeye çalışıyorum. Ama ev-okul arası çok uzun sürüyor.  Bahçelievlerden önce Merter'e kadar otobsüsle gidiyoruz babamla. O da İstanbul'u çok bilmiyor. Merter'
den tramvaya binip Aksaray'a gidiyoruz. Ordan Beyzazıt meydanına yürüyoruz. ve her zaman televizyonda gördüğüm o heybetli kapının önüne gidiyoruz. Ortam değişik. Büyük kapının güzelliği beni çok etkiliyor ama yine de korkuyorum. İstanbul büyük şehir. Her türlü insan var. Hele Beyazıt meydanı! Her cuma polisin toplandığı ve insanları copladığı büyük mekan. Annem sürekli ağlamaklı. Babam korkma diyor. Zamanla öğrenirsin.

Öğreniyorum da. Meğer Bahçelievlerden direkt Beyazıt'a otobüs var. 98-A. Ama evden giderken onu yakalamak her zaman mümkün değil. Ben sınırsız akbil alarak yine 3 lü 5 li vesaitlerle gidip geliyorum üniversiteye.

Zaman güzel geçiyor. Bazı dersleri sıkı takip ediyoruz arkadaşlarla. Ama laboratuarları asla asamıyoruz. Öykücümle bir sürü anımız oluşmuş bu konuda..

Farmasotik kimya diye bir dersimiz var. İlk sınavdan 19 almışım. O ne ki? Ben bilmezdim 19 falan. Meğer öyle bir not da varmış. Asılıyoruz kızlarla. İkinci sınavdan 22 almışım. İyki asılmışım kimyaya. Ama öyle böyle bir kimya değil bu. Farmasötik adı üstünde. Bu maddelerle ilaç yapacağız ilerde! Basit bir benzen haklasından kloramfenikol falan elde ediyoruz. Bir de pratikleri var bu derslerin. Laboratuara girip mekanı havaya uçurmayla kötü kokulu maddelere kadar her türlü yönde gidip gelebiliyorsun. Az kalsın patlayacaktı sözünü duyunca sinirlerin bozuluyor ve oturup ağlıyorsun. Üniversite keyfinin yanında zor da geçiyor anlaşılan. Hem de çok zor. Hele geceleri uykusuzluğa çok dayanamayıp da uyuyuveriyorsan ve çalışamıyorsan. Derslere girip not tutmanın iyi olacağına karar veriyor ve sene sonunda notları çoğaltılıp çalışılan kız oluveriyorsun.

Yine de zor geçiyor üniversite. Bir sürü etken madde var. Ezberleyemem diyorsun. Zaten 
arkadaşların senle Alzi (Alzheimerın kısaltılmışı) diye dalga geçiyor. Sınava kadar güzel notlarından özetler çıkartıp tramvayla okula giderken bu özetleri ezberliyor ve sınavların üstesinden geliyorsun.

Zaman zaman zorlansan da sınıf ortalamasının üzerinde bir ortalamayla büyük çoğunluğun tersine 4 senede bitiriyorsun üniversiteyi. Ama daha kolaylamadın. Şimdi iş araman lazım.

Temmuzda mezun olduktan 2 ay sonra, eylülde iş buluyorsun şansına. Ama kısa sürüyor
bu. 9 ay sonra memleketine dönmeye karar verip istifa ediyorsun. Memleketinde gidip 
kurum eczacısı olacaksın artık. Orda değerini çok bilecekler (!). 

Eczacıyım diye sevinerek işe başlıyorsun. Şimdiye kadar tanıdığın bütün eczacılar çok iyi durumdalar ve saygı görüyorlar çünkü.

İlk sene çömezsin. Ne iş verilse yapıyorsun. Hatta senin yapman gerekmeyen işleri bile ben yapmalıyım demek ki diye düşünerek yapıyorsun.

İkinci sene gözün biraz açılıyor. Yine de amirinin sözünün dışına çok çıkamıyorsun. Eczanedeki görevin bir nevi sekreterlik.

Üçüncü sene yine sığıntı durumunda çalışıyorsun. Amirin senden memnun çünkü. Seni yanından başka bir yere vermiyor. Zaman zaman saatlerce ayakta bekleyip kart (heralde senin hastanenden başka hiçbir yerde böyle bir uygulama yok) çıkartıyorsun. Onun haricinde eczanenin bütün ilaç stoğunu takip etmelisin. Sekreterlik görevinse tam gaz devam ediyor.

Dördüncü sene benden bu kadar diyip ortaya çıkıyorsun. Artık sekreter değilsin. Yatan hasta bölümü sorumluluğuna veriliyor bu sefer. Rahat bir nefes alıyorsun. Üstelik tam 1 sene. 365 gün. Rahat rahat çalışıyorsun. İlaç bitince sana sorulmuyor. Yazı yazman da gerekmiyor ya artık, aralarda kitap bile okuyorsun.

Beşince sene..

Onu ne siz sorun ne ben söyleyeyim ama ondan da bir bu kadar yazı çıkacak.

Arkası yarın..

2 yorum:

Öykücü dedi ki...

Çok güzel yazmışsın çınarım.Meslek seçen çocuklar da okuyabilse keşke.O kadar bilmeden seçiyoruz ki.Üniversite bittikten sonra yaşadıklarım, üzüntülerim,pişmanlıklarım hep aklımda.Gerçi işsizlik sıkıntısı yaşamadık ve maddi açıdan tatmin oluyoruz ama beklentilerimden o kadar uzak bir iş hayatım var ki.O kadar öğrendiklerimden uzak ki.O kadar yıl farmakognoziyle,farmasötik kimyayla neden boğuştum,öğrendiklerim ne işe yaradı diyorum kendi kendime.

Ben de kendi yaşadıklarımı yazacağım ama ilerde.

Çok seviyorum seni.Paketini dün yolladım:)

cinar dedi ki...

Canım öykücüm,
yazımı beğendiğin için çok teşekkür ederim. Daha içimde neler var. Ama her şeyi yazıya dökmek kolay değil. Salak mıyım neyim bilmiyorum ama hala umudum var. Dünya dönmeye devam ediyor daha. Dünyada iyi insanların olduğuna dair umudum var..

Öpüyorum anılarımın kahramanı :)
Paketimi heyecanla bekliyorum..