30 Mayıs 2010 Pazar

Mobilya Kokusu :)

Mobilyalarımız geldiiiiii :) Adamlar ilk önce şifonyeri çıkardılar eve. O zaman acaip bir moral bozukluğu yaşadım çünkü bebe mavisi olarak belirlediğimiz renk yerine koyu mavi bir çekmece çıktı karşımıza. Allahtan bütün çekmeceleri renkli istemedik. Çoğu beyazdı zaten. İkisi mavi ikisi yeşil olacaktı. Yeşiller doğru geldi de maviler başka bir desen için beğendiğimiz tondan geldi. Neyse mobilyacı kadınla konuştuk, adamlara iade ettik. Doğru renkte boyanıp gelecekler. Mobilyanın geri kalan kısmını çok beğendik ama. Zaten mağazada da çok beğenmiştik, belirli yerlerindeki lacivert-kırmızı renkler yerine bebe mavisi-yeşil uyumu olsun istemiştik.



Modoko'yu bilenler bilirler. Kocaman bir yer. Bir caddesi de bebek mağazalarına ayrılmış. Ama o kocaman yerde topu topu 3 dükkanı beğenmiştik. Lara Baby, Çocuk Kalbi ve Yıldızlar Bebe Genç. Ereğli'ye döndüğümüzde yeni doğum yapmış olan bir arkadaşımızın da Lara Baby^den alışveriş yaptığını duyduk. Uzunbacak da Tunişkocumun oda takımını Çocuk Kalbi'nden almıştı. Onun mobilyası şimdiye kadar gördüğüm en güzel mobilya zaten. Mağazada gördüğümüzde de beğendik ama evdeki duruşu çok daha farklıydı. Meğer zevkli arkadaşım beğendiği modeli, beğendiği motiflerle süsleterek yaptırmış onu. Onda olmasaydı kesin biz de o modeli alırdık. Ama aynı olmasın dedik ve kararımızı Yıldızlar Bebe Genç'te kıldık. Mağaza sahibi Ümran Hanım müşterileriyle çok ilgili bir kere. Mobilyayı en ince ayrıntısına kadar anlatıyor, mobilyanın en güzel tarafı da ayrıntılarda gizli. Çekmece köşelerinin güvenlik nedeniyle fazlasıyla yuvarlatılmış olması, boyası, ray sistemi vs. Henüz kullanmaya başlamadık elbette. Daha bugün geldi zaten, dedikleri günde de teslim ettiler bu arada ki bu bir satıcıda en çok aradığımız özelliklerden biridir. Güvenilir olması çok önemlidir. Bu açıdan da güvenimizi boş çıkarmadı.



Bizim bebek odası yaptığımız oda eskiden misafir odasıydı. Bekarken kullandığım tek kişilik ikiz yatak, şifonyer, kitaplık ve annemin ta evlendiğinden kalma 4 kapılı bir gardrop vardı odada. kitaplık haricindekilerinin hepsini boşalttık. Bebek gardroplarının da en büyüğü 3 kapılı olduğu için başta siparişimizi karyola ve şifonyer olarak vermiştik. Ama siparişe yönelik çalıştıkları aklıma gelince Ümran Hanımı arayıp daha önceden bir mobilyacıya yaptırmayı düşünerek çizdiğim 5 kapılı dolaptan bahsettim. Tabi yaparız deyince çok mutlu oldum :) Bize bir de oyuncak sandığı ile 2 tane duvar rafı hediye ettiler sağolsunlar. Gerçi fiyat olarak diğer mağazalara göre biraz daha pahallıydı ama yine de değdi diye düşünüyorum. Mobilya bakan biri varsa Yıldızlar Bebe Genç'i öneririm kısacası.

Temizlik sonrasında 1 hafta kadar havalandıracağız mobilyaları. Aslında 1 ay kadar bütün kapaklar açık kalsın dediler ama biz temizleyip yerleştireceğiz yavaştan. Çünkü evin her heri her yerde halinden iyice gına geldi bana. Zaten bu aralar hormonlar tavan yaptığından mıdır nedir iyice tuhaf oldum. Hala temizlikçi bulamadığımız için de moralim çok bozuktu. Bu koca göbekli halimle yemek bile zor yaparken temizlik imkansız oldu. Geçenlerde bari azıcık ütü yapayım dedim. Sıcakta da hiç çekilmiyormuş. Çok yorulmadım gerçi ama sinirlerim çok bozuldu. Oturdum ağladım.

Sonra Grey's Anatomy'nin 6. sezonunu da bitirdim. Onun da sonunda ağladım. Halbuki hiç ağlamam böyle şeylere. Hele bir filme ağladığım çok sık görülen bir şey değildir. İşte dediğim gibi bana bir haller oldu :)

Kör Randevu’yu bitirdim. George Levanter her çeşit ortama rahatlıkla girip çıkan, kendini her türlü belanın içinde bulup onlardan da ustalıkla sıyrılmasını bilen bir iş adamı. Daha önce memnuniyetsizliğimi belirttiğim tecavüz meselesi bir arkadaşıyla ilgiliydi aslında. Gerçi aynı deneyimi bir kez de kendisi yaşadı. Ama kitap baştan sona bu konudan oluşmuyordu en azından. Ben çok beğenmedim yine de. Ama sevgili Vladimir ve sevgili 7. Oda’nın tavsiyeleriyle Çelik Bilye ve Şeytan Ağacı ile bir şans daha vereceğim bu yazara. Nermin Bezmen’in kitaplarından birine başlamayı düşünüyorum bundan sonra. Evde vakit geçmiyor zaten. Gerçi şu mobilya yerleştirmesi vs bir müddet oyalar beni. Bir de Badem’cim Mentalist’in 2. sezonunu hizmetime sunmaya hazırlanıyor :) Bakalım, bir sıraya koyacağız hepsini de.

Dün de Romantik Komedi’yi seyrettik bu arada. Aslında Uzunbacak çok seyretmek istiyordu ama onsuz seyrettik. Eğlenceliydi bence. Moral bozukluğu yaşadığım şu günlerde güzel kızlar, güzel mekanlar görmek iyi geldi. Yoksa film çok içerikli değildi yanlış anlaşılmasın. Hoş vakit geçirmek için güzeldi yalnızca. 3 güzel kadın. Biri yeni evli, diğerleri bekar. Esra’nın işini ve sevgilisini terk etmesini kutlamak üzere bara gider ve epey sarhoş olurlar. Bar çıkışı dizi oyuncusu Cem (Engin Altan) ve onun yakın arkadaşı reklam ajansında çalışan Mert (Cemal Hünal) ile tesadüfen karşılaşır hatta çarpışırlar bir araba mevzusu nedeniyle. Esra’nın aklı Mert’te, Didem’in (Sinem Kobal) aklı Cem’de kalır.

Esra bir iş görüşmesine gittiğinde tesadüfen Mert’le karşılaşır. İş görüşmesine gittiği şirkette çalışmaktadır Mert. Esra adama iyice abayı yakar. Didem’se kafayı Cem’le bozmuştur ama ona okuduğu kitaplarla taktik yapmaya çalışır kaçan kovalanır misali. Sonunda Cem’in de aklına düşer Didem. Bıdı bıdı bıdı ve mutlu sooooon :)

23 Mayıs 2010 Pazar

Artık Evdeyim! :)

Sonunda izne ayrıldım. Evde oturmak gayet güzel falan demem gerekirdi aslında ama henüz oturabilme şerefine erişemedim. Evdeki işler, hazırlıklar falan daha bitmedi. Temizliğe gelen kadın da bizi bırakınca işler iyice sarpa sardı. Kadın da hamile olduğu için istemeyerek de olsa bırakmak zorunda kaldı. 1 ay aramız var.

Bugün de gidip rutin tahlillerimi yaptırıp raporumu alacağım. Sanırım 31 mayısta 1 gün daha çalışıp sonra tekrar rapor alacağım. O gün için de izin ya da rapor alabilirim aslında ama nisan sonundaki nöbet listesinde bu zamanları hesap edemeyip o günkü nöbeti bana yazmıştık. Değiştiredebiliriz ama gerek yok. Zaten 1 gün daha geleceğim diye kimseyle vedalaşmadım. Geri dönmemeyi ciddi ciddi düşünür oldum son zamanlarda. Birlikte çalıştığımız arkadaşlardan biri de işe son gittiğim Salı günü akşamı ağlamaklı bir sesle beni aradı. Ben son gününüz olduğunu düşünemedim, sizinle vedalaşamadım diye. Çok duygusaldır zaten kendisi, ama sesini duyup da hakikaten bir daha dönmeyebileceğim gerçeğiyle yüzleşince bana da hüzün çöktü birden.

Zonguldak'ta yaşanan faciaya her aklı başında insan gibi ben de çok üzüldüm. Hatta o şehirde yaşamış olmanın da verdiği ayrı bir üzüntüm daha vardı. Eskiden daha sık yaşanırdı böyle facialar. Ya da biz mi fazla duyuyorduk bilmiyorum. Sonra arası açıldı biraz. Ama son yıllarda tekrar çıkmaya başladı. RTE'nin bunu bir kader olarak nitelendirmesine inanamadım. Zonguldak haklı alışkındır demesini aklım almadı. 30 canın arkasından böylesi bir mazerete sığınarak kendisini haklı çıkartmaya çalışması karşısında şaşırıp kaldım. Bu nasıl bir kader olabilir? Sen tedbidirni alma, denetimleri faso fisodan yapılsın, sonra haydi kardeşim bu senin kaderin deyip asansörle mezarlarına yolla. Olacak iş mi? Oğulcuğunun gemiciği olması da kader o zaman buna göre. Çalıp çırpmasıyla falan hiç alakası yok. Bakanlardan biri de onu destekler biçimde kaderin önüne geçilmez demesin mi? Ben şahsen kömürle ısındığımız zamanlardan utandım. Bir tek kömür parçasını çıkartmak için girilen tehlikeler, kazanılan meslek hastalıkları ve ölümleri düşündükçe gerçekten içim titredi. O günün akşamı da tesadüf House'daki bölümde bir göçük oldu. Göçüğün altında yalnızca 1 kişi vardı ama bırakın 30 kişiyi o 1 kişiyi çıkartmak için bile delice mücadele verdiler ve kadını göçükten kurtardılar. Aynı akşam belgesel kanallarından birinde de maden ocaklarında kullanılan yeni bir kazıcı alet üretmişler. Onu tanıtıyorlardı. Bilmem kaç dakikada bilmem kaç metre kazabiliyormuş da, insan gücüne gerek kalmıyormuş da. Bütün bunları da görünce iyice içim titredi.

Ama son günlerdeki gelişmeler sonucunda artık ülkem ve kendim için umutluyum. Bayram havasında geçen kurultayın bizi güzel günlere taşıyacağını düşünüyorum. Artık bir şeyler değişmeli zaten. Yıllardır ilk defa bu kadar umutla bakabiliyorum yarınımıza. Ve olabilecek güzel şeyleri heyecanla bekliyorum. Ben ki politikadan bu kadar uzak bir insan olarak günlerdir canlı yayınların başından ayrılmadan seyrediyorum, hakikaten bir şeyler değişecek demektir :)

Kilolu insanları daha iyi anlıyorum artık. Çok kilo almadım şimdiye kadar ama göbek mevzusu insanı düşündüğümden daha çok rahatsız ediyormuş meğer. Çoraplarımı giyemiyorum, ayakkabılarımı çok zor bağlıyorum çünkü eğilemiyorum. Yataktan destek olmadan kalkamıyorum. Sürekli aynı tarafa yatmak zorunda olmanın bu kadar ağrılı bir şey olacağını da düşünemezdim. Kan akışını engellememek için sola yatmak tavsiye ediliyor. Yüzüstü zaten imkansız ki ben normalde öyle yatardım. Sırtüstü acaip rahatsızlık verici şu anda. Sağa yatınca da damarlara baskı yapıyorum vicdan azabıyla 5-10 dakika sonra tekrar sola dönmek zorunda kalıyorum ki o dönmelerde de acaip zorlanıyorum. Dolayısıyla kalça kemiklerim özellikle ağırlığın, daha doğrusu sürekli ağırlığın etkisiyle ağrıyor geceleri. Sık sık tuvalete kalktığım için baskıyı biraz da olsa ortadan kaldırmış ve rahatlamış oluyorum ama bütün gece baya ızdıraplı geçiyor. Zaten sabah olunca da (5 gibi) daha fazla dayanamayacağımı anlayıp kalkıyorum. Ha aralarda saat 1 oluyr, 3 olur, uyanıp yine kalkıp tv karşısına geçtiğim de oluyor tabi. Bir de bizim oğlumuz biraz babası gibi karadelik sanırım. Ne yesem doymuyor. E ben de denildiği kadar iki kişilik yemiyorum. Yiyemiyorum daha doğrusu. Varsa yoksa sebze meyve. Sanırım o yüzden çok kilo almadım. Ama bebeğin kilosu baya iyi. 33. haftaya girdik yeni. Ve şu an 2400 g. Ben ki 7 aylık ve 900 g doğmuşum (aslında 1250 g diye biliyordum ben ama annem 900 dedi en son) bizimkinin maşallahı var şu anda. 8 aydır ilk defa bana da benzetti doktorumuz. Her gittiğimizde aynı babası diyordu. Kullandığı cihazlar baya güzel. Çok net veriyor resimleri. Kemik yapısını falan hep Badem'e benzetiyordu (aslından bundan sonra Badem yerine Sakar da diyebilirim, yakında evde benden başka bir şey kalmayacak lakin :) ). Tabi o zamanlar bebek biraz daha minikti. Şimdi epey büyümüş, yanakları dolmuş, gıdısı çıkmı, artık bana benzetmeye başladı. Sanki ben toparlacık bir şeyim de kilo alınca bebek bana benzedi :))

Bu arada Grey's Anatomy'nin 6. sezonunu bitirdim. Fringe ve House'da da sezon sonuna geldik. Yakında True Blood başlar. Alice in Wonderlands, A Simple Man, Duplicity de seyrettiğimiz filmlerden aklımda kalanlar. Bir ara yazmaya çalışacağım.

16 Mayıs 2010 Pazar

YENİ DÜNYA

Hayır, Kör Randevu’yu henüz bitirmedim. Ama bir kitabı her gün işe sonra eve taşımak çok mantıklı gelmediği için daha önce de Kumpanya’yı getirmiştim işe. Bunlar kısa kitaplar olduğu için hemen bitiveriyorlar. Şimdi de Sabahattin Ali’nin Yeni Dünya’sına başladım.

Kitabın içinde 13 kısa hikaye var ;

Asfalt Yol, bir öğretmenin tayinle bir köye gitmesi ve köyün yolunun düzeltilmesi için uğraş vermesi, yol yapıldıktan sonraysa hemen bozulduğu anlaşılıp lastik tekerleği olmayan kağnı gibi taşıtların asfalt yoldan men edilmesi sonucu köylünün öğretmeni sevmemesi üzerine adamcağızın pılını pırtısını toplayıp köyden ayrılmasını konu almış.

Onun dışında Hanende Melek, Çaydanlık, Ayran, Isıtmak İçin, Uyku, Selam, Bir Mesleğin Başlangıcı, Bir Konferans, Yeni Dünya, İki Kadın, Sulfata, Hasanboğuldu isimli hikayeler var.

* * *

Ya bir insanın her gün bankada işi olabilir mi ya? Her sabah aynı bahaneyle işten çıkıp gitmek ve 10 dan önce dönmemek, mümkünse 11 de falan dönmek nasıl mümkün olabilir? Benim de eşim amirim olsaydı ben de böyle yapar mıydım acaba? Belki isterdim ama eşim bile bana bu kadar müsamaa göstermezdi sanırım. Diğer arkadaşım zaten raporlu kaç haftadır. E birinin de her gün bankada işi olduğundan her sabahki işler bana kalıyor. Vallahi küstürecekler, hepten gideceğim ya. İznimi doğum sonrasına aktarma düşüncem olmasaydı çoktan gitmiştim yani. Ama işte bir yandan da bebeğimizi düşünüyorum. Onunla daha fazla ilgilenebilmek ve vakit geçirebilmek için ne gerekiyorsa yapmak fikrinde olduğum için bir müddet daha katlanacağım bu gidişle bu banka (!) işlerine. Zaten 9 senedir katlanıyorum(z). Adaletin bu mu dünya??

Bugün alt komşumuzun da Ege adında bir oğlu olacaktı. Şimdi aradım eşini, meğer gündüzü bekleyememiş oğluş. Gece arkadaşımın suyu gelmiş ve acilen hastaneye gitmişler. 3 gibi de doğmuş :) Umarım bizimki zamanında doğar. 1 gün çok fark ettirmez gerçi de, öyle aylar ya da haftalarca erkenden gelmez umarım. Gene de sağlık olsun tabi ki. Sağlıklı doğsun umarım..

* * *

1 hafta sonra..

İş yeri hala aynı. Her gün bankalara gitmeler, gelmeler. Öğlene kadar oh mis gibi vakit geçiyor vallahi beyefendi için. Bugün artık dedim ki her gün her gün bankada ne yapıyorsunuz? Zaten bu soruyu belirli aralıklarla soruyoruz ama umrunda değil. Ne de olsa amiri kendi eşi! Kimi kime şikayet edeceğiz.. Annesinin elektrik faturaları varmış, kendi faturaları varmış. Otomatik ödeme de yapamazlarmış. Hesaplar karışırmış bıdı bıdı.. Neyse sinirlenmeyeceğim. Şunun şurasında 1 hafta daha buradayım. 20 sinden itibaren ayrılıyorum işten. 1 sene sonrasında da geri gelir miyim hakikaten bilmiyorum. İlk düşündüğüm şey taşınma olasılığımız. Badem arasıra İzmir’e gidiyor iş görüşmelerine. Ama kafamıza yatan bir iş çıkmadı şimdiye kadar. 1 sene içinde bu değişebilir. İkincisi ben eczane açabilirim. Bu salak hastanede daha fazla çalışmayabilirim yani. Sanki madalya veriyorlar. Eşek gibi çalışıyoruz da ne oluyor. Diğer türlü en azından kendi işim derim. Bilmiyorum işte. Ne diyeyim, hayırlısı..

Dün House ve Fringe seyrettik yine. Epeydir film yerine dizileri tercih ediyoruz. Malum dizilerin süreleri daha kısa olduğu için bana daha uygun oluyorlar. Ben uyuyunca da Badem’cim oyun oynuyor mecburen(!) :)

Fringe’in bundan önceki bölümü çok kıytırık geldi bana. Her zamanki gibi bir konu yoktu bir kere. Bizim Fringe seyretmemizin nedeni garipliği zaten. Bir önceki bölümde Peter gerçekleri öğrenip babası Walter’dan uzaklaşmak için kaçınca bu bölümü de ana karakterlerle eski zamanlardan kalma dedektiflik oyunlarına benzetmişler. Aslında bu, Walter’ın Olivia’nın yeğenine masal anlatmasıyla karşımıza çıkan bir bölüm oldu. Ben sevmedim kısacası. Ama dünkü bölümle birazcık eskiye döndüler gibi. Peter ortaya çıktı. Geri dönmedi gerçi ama bela onu buldu diyelim :)

Allahım yazamıyorum da. Aklımda olan tek şey iznim!!

Sabahattin Ali’nin Yeni Dünya’sını okumaya başladığımdan bahsetmiştim. Bu aralar kitaplar da mı beni sarmıyor yoksa hakikaten sıkıcı bir kitap mı karar veremedim. Kitaba da haksızlık etmek istemiyorum çünkü. Ama hikayeler falan beni açmadı yine. Kumpanya’da da beklediğimi bulamamıştım. İşte belki de bende var bir şeyler bu aralar. Bundan sonra normalde çok seveceğim bir türe başlayacağım. O zaman belli olur bende bir şey olup olmadığı :)

Geçen hafta ilçemizde bulunan Güzel Sanatlar Lisesi’nin Bahar Konseri vardı. Bundan önceki senelerde de hep gitmiş ve çok keyif almıştık. Bu sene de niyetlendik. Kayınvalidem de bizdeydi hatta, ona da bilet aldık. Ama kısmet olmadı maalesef. Kayınvalidem rahatsızlandı. Acilde geçirdik o akşamı. Bu hafta da Cuma günü İdil Biret konseri var. Ona da niyetlendik ve biletlerimizi aldık. Ama ona da gidemiyoruz :( Bu seferki tercih oldu gerçi. Hastanemizde yine bir tiyatro sevdası başladı. Bu sefer ben katılmadım malum.. Onu da tam bu cumaya denk getirdiler işte. Hep arkadaşlar oynuyor. Bir de geçen seferki keyfi bildiğim için onu da çok seyretmek istedim. Bu sefer tiyatrodan yana kullandım o yüzden şansımı. Daha doğrusu kullanmaya karar verdim. Daha Cuma olmadı ne de olsa. Gün doğmadan neler doğar demişler.

Bugün de Erdemir kuruluş yıldönümü kutlamaları kapsamında yine eski iş arkadaşlarımdan birinin de bulunduğu Türk Sanat Müziği konseri var. Normalde hep koroda kalıyordu ama bu sefer solo da söyleyecekmiş. Ona gideceğiz. Öncesinde de açık havada bir yere gidip besleneceğiz elbette :)

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Cevizli Çikolatalı Kurabiye

Dün TV seyrederken Beşiktaş Ihlamur'da bir kafeyi tanıttılar. Hiç gitmedim ama gayet cazip görünüyordu. Dikkan sahibi bir de kolları sıvayıp bir kurabiye yapmaya koyuldu, zaten kendi de geçiyormuş hep mutfağa. Sunucu kız ballandıra ballandıra bir anlattı bir anlattı, yok kokusu şöyle mis gibi, yok görüntüsü böyle güzel.. Eee durur muyum? Program bitince ayaklandım. Zaten görümcemler de yoldaydı. Badem meşhur kısırını yapıyordu. Ben de bayıla bayıla yenilen şu kurabiyeyi bir deneyeyim dedim.

2 yumurta
1,5 su bardağı şeker
168 g tereyağı
3 su bardağı un
bir çay kaşığı kabartma tozu
1 su bardağı iri kıyılmış ceviz
1 su bardağı damla çikolata

Tam tarif bu. Ama ben 168 g tereyağı yerine 4-5 küp tereyağı ile iki kaşık zeytinyağı koydum. Damla çikolata da yoktu evde. Eti bitter'lerden 1,5 paketi bıçakla küçülterek ekledim tarife.

Önce yumurta, yağ ve şekeri karıştırdım. Sonra un ve kabartma tozunu ekledim. Sonra da ceviz ve çikolatayı. Kurabiyenin özelliği büyük olmasıymış. Kimisi avuçiçi kadar, kimisi daha da büyük. Tabi fırına girince biraz daha yayılıyor unutmayın.

Sonuç gerçekten güzel oldu. Ben ağızda un tadı bırakıp insanı susuz bırakan kurabiyeleri çok sevmem. Bu tam bana göreydi o yüzden. Kıyır kıyır :) Sütün ya da kahvenin yanına iyi gider gerçekten de. Püf noktası bütün malzemelerin oda sıcaklığında olmasıymış bu arada. Ben yumurtaları dolaptan çıkardığım gibi kullandım gerçi vaktim olmadığı için. Tereyağı da buzluktan çıktığından onu da azicik ısıttım itiraf edeyim :))

Görümcemler de çok beğendiler kurabiyeyi. Hatta kafe açma hayallerimiz gün yüzüne çıktı yeniden. Bizde ailecek var galiba bu hayal :)

Afiyet olsun.