29 Ocak 2009 Perşembe

Cornflakesli Fırın Tavuk

Önce malzemelerimizi sıralayalım. Ya da pardon pardon, önce teşekkürlerimizi sıralayalım. Bu tarifi verdiği için ablama, bu tarifi ablama verdiği için bıdı bıdı bıdı :))

Dilediğiniz kadar tavuk (ben ilk denemede tavuk pirzola, ikinci denemede göğüs eti kullandım, ikisi de gayet lezzetli oldu)

Tavukların üzerini kapamaya yetecek miktarda patates (8 pirzolaya / 2 adet göğüs etine 2-3 patates kafi geliyor)

Cornflakes
2 paket krema
Zeytinyağı
Karabiber
Tuz

Malzemeler oldukça az gördüğünüz gibi.



Ben göğüs etiyle yaptığım denemede 2 göğüs etinden 8 parça çıkardım yine. Kalın olanları enlemesine ikiye böldüm kolay pişsin diye. Daha sonra paratesleri çok kalın olmayan dilimler halinde yuvarlak yuvarlak kestim (yaklaşık yarım santimlik). Tavukları tuz, karabiber, zeytinyağı üçlüsüyle iyice harmanladım.



Tepsiye yağlı kağıt serdikten sonra tavukları tepsiye dizdim.





Daha sonra üzerlerini kaplayacak şekilde patatesleri tavukların üzerine dizdim.



Sonra onların da üzerlerini kaplayacak şekilde cornflakes ekledim.



En son olarak da hepsinin üzerine 1,5 paket kremayı boca ettim. Sonra da bir güzel fırınladım. 250 derecede yarım saat kadar piştikten sonra fırının kapağını açarak kalan kremayı da ekledim ve tekrar fırına verdim.



Sonunda karabiber kokulu enfes bir yemek çıktı ortaya. Ben ilk denememde de ikinci denememde de yanına şehriye pilavı yaptım.





Dakyüzle Osi geldiğinde yanına bol salata ve kırmızı biber turşusu da ekleyerek masamızı renklendirdik. Tabi ki Melen Muskat şarabımızla birlikte :)

Afiyet olsun!

Hamiş : Dinlenemiz için çok sevdiğim yine Lhasa'yı uygun buluyorum. Yemek deyince aklıma Lhasa geliyor hep :) Romantik ya da değil, akşam yemeklerine çok yakıştırıyorum sesini de tarzını da :) Keyifli dinlemeler..

28 Ocak 2009 Çarşamba

Son Havadisler, 2009 (nöbetçi Çınar'dan seçmeler)

Sonunda yatılı nöbet koydular bize de :( Sabah mesaimize gelip mesai bitiminde eve gitmek yerine nöbet odasına gidip ertesi sabaha kadar kalacağız. Peki bu süre içinde ne yapacağız tek başımıza bir odada? Seçenekler kişiden kişiye değişiklik gösteriyor. Zira icap nöbeti tuttuğumuz dönemlerde bile doğru düzgün acileti olmadı eczanenin çünkü servislerde acil ihtiyaç olabilecek ilaçları bıraktık. O yüzden şimdi bu nöbet işinin lüzumu yoktu aslında. Onun için de şimdiden okuyacaklarım ve seyredeceklerim listemi oluşturmaya başladım.

Nöbet öbet, çok dert değil, bir şekilde yapacak iş bulurum o ayrı da, gecenin karanlığında, evim olmayan bir yerde, tuvalet ihtiyacımı nasıl karşılayacağım onun derdine düştüm şimdiden :(

Normal şartlar altında (kış zamanı daha fazla oluyor) evdeyken geceleri 3 kere falan tuvalet için kalkıyorum. Ki orası benim evim, korkmadan, korkarsam eşimden destek alaraktan, kalkıp tuvalete gidebiliyorum. Ama şimdi odadan çıkacağım, ya sessiz ve karanlık olan idare katına gideceğim ya da hastaların da bulunduğu servislerden birine gideceğim :( Oooof of!

Güzel şeylerden bahsedeyim biraz da.

Çok yakın arkadaşlarımdan biri hamile :) Aslında mümkün mertebede denk getirip hamilelik dönemini birlikte atlatıp her daim birbirimize destek ve yardımcı olmaktı dileğimiz. Bebeklerimizi de kardeş kardeş büyütecektik. Henüz geç değil gerçi de, bakalım..

Sonracıma yine bir sürü film seyrettik. Aslında liste halinde yazmak istemiyorum. Öyle olunca çoğu listede kalıyor, tek tek hepsinden bahsedemiyorum. Buraya sadece en çok beğendiğim filmleri seçip yazıyorum gibi bir durum da yok aslında. Ne seyrettiysem yazmaya çalışıyordum başlarda. Hala çalışıyorum da eskiden daha başarılıydım :) Şimdilerde elim bir türlü klavyeye gitmiyor bazen. Anlamadım. Seyredip, yazmak isteyip yazmadığım bir sürü güzel film de var aslında. Umut diyorum sadece. Umudum var hala :)

Çok güzel bir yemek tarifi de yazacağım akşama. Bu sefer üşenmedim fotoğraf da çektim her aşamada. Ben çok lezzetli buldum. Yiyenler de bayıldılar. Tavsiye ederim mutlaka. Şimdiden afiyet olsun efems.

27 Ocak 2009 Salı

Issız Adam, 2008 (7,6)



Dün nihayet seyredebildik bu filmi. Epey bir söz söylendi hakkında. Hem merak ettim, hem etmedim. Bazıları çok sevdi, bazıları hiç sevmedi. Hangi gruba dahil olacağımdan emin değildim. Ama sonuçta bu bir Çağan Irmak filmiydi. Ne kadar kötü olabilirdi ki?

Film tahminlerimin de ötesinde bir güzellikteydi bana göre. Evet çok bilindik bir konusu vardı : Aşk. Bir adamın ve bir kadının aşkı. Birinin içinde kaybolup gitmek isteyeceği güzellikte bir aşk varken, diğerinin kaybolup gitmekten korktuğu bir aşk vardı ortada.

Kız yine çok kaptırdı kendini bu aşka. Adamsa hep fazlalığını hissetti. Kızı sevdi sevmesine, kız da onu çok sevdi. Ama yetmedi işte bu sevgi.

Alper (Cemal Hünal) İstanbul'da tek başına yaşayan, gününü gün eden, para pul derdi olmayan, zevkine düşkün bir adamdır. Kendine ait bir restoranı vardır. Plaklara çok düşkündür. Sürekli olarak eski plakları arayıp satın almaya çalışır. Bir gün yine aradığı bir plağın peşindeyken bir kıza rastlar : Ada.



Ada (Melis Birkan) kendi halinde, küçük çocuklara kahraman kıyafetleri dikip satan bir dükkanı olan sakin bir kızdır. Alper'le ilk tanıştığında ondan hiç hoşlanmaz. Onu çok züppe bulur çünkü. Alper kendine çok güvenmektedir ve Ada'nın kendisine evet diyeceğine olan inancı çok fazladır. Yine de çok karşı gelemez Ada ve bir akşam yemeğine "Evet" der.





O akşam başlar ilişkileri. Hatta birlikte yaşamaya da başlarlar. Bir ara Alper'in annesi gelir memleketten. Ada'yla tanışır ve onu çok sever. Senelerdir yalnız olan oğlu sonunda bir kızı sevmiş, hatta o kadar sevmiştir ki onu annesiyle bile tanıştırmıştır. Yaşlı kadın bu işe çok sevinir o yüzden. Giderken de Ada'ya iyice tembihler oğlumu sakın bırakma diye. Ama işte tam da o gün eve döndüklerinde Alper Ada'ya ayrılmak istediğini söyler.

Yıllar sonra yeniden karşılaştıklarında ikisinin de içi gider birbirine. Ama yalan üstüne yalan söylerler : Alper aynı şekilde devam etmektedir ve çok mutludur. Ada da hayatına devam etmiş, evlenmiş ve bir çocuk sahibi olmuştur. O da çok mutludur.

Birbirlerine sımsıkı sarılır ve yeniden uzaklaşırlar birbirlerinden…

Film çok etkileyiciydi bence. Tamam, mutlu sonla bitmedi. Aslında mutsuz sonla biten filmleri de pek sevmem. Ama bu filmde başka bir şey vardı. Çok samimi geldi her şeyden önce. Duyguları çok iyi verebilmişti film. Benim tavsiye edebileceğim filmler arasına girdi böylelikle. Ben de ilk gruba, yani filmi sevenler grubuna dahil olmuş oldum.



Filmi Çağan Irmak yönetmiş. Daha önce Babam ve Oğlum ile ağlatmıştı hepimizi (ben ağlamadım ama başkaları o kadar çok ağladı ki, ortalamaya vurursak ben de ağlamış kadar olmuşumdur herhalde). Ben Çağan Irmak'ı ilk olarak Mustafa Hakkında Her Şey filmi ile tanımıştım. O film de hakikaten çok başarılıydı, hatta Türk filmi gibi bile gelmemişti seyrettiğimde. Çok ilginç bir tarzı vardı filmin. Çağan Irmak ondan önce de bir sürü projede yer almış halbuki. Önceki dizilerini seyretmiş olsam da ismini duymamıştım o zamanlar : Çemberimde Gül Oya, Asmalı Konak, Çilekli Pasta, Şaşıfelek Çıkmazı, Günaydın İstanbul Kardeş. Babam ve Oğlum'daki başarısından sonra daha önceki yönetmenlik deneyimlerini de seyretmek isteyip ve Kabuslar Evi'ni seyretmiştik geçen sene. O da çok farklıydı diğer dizilere göre.



Melis Birkan'ı daha önce Amerikalılar Karadenizde 2'de, Barda ve Ulak'ta seyretmiş olabilirsiniz. Ben hiçbirini de seyretmediğim için beyazperde de ilk kez gördüm kendisini. Köprü ve Çapkın adlı dizilerde de rol almış.



Cemal Hünal ise Asi dizisinde bir bölümde rol almış. Onu da ilk kez gördüm yani. İki oyuncudan da vermeye çalıştıkları karakterleri alabildiğime göre ikisi de başarılılar bence.


Hamiş : Filmleri seyrettiğimin ertesi günü hemen hikayeyi yazıp fotoğraf ve müzikleri ayarlayamadığım için yazıyı yayınlamam günler alabiliyor. Bu filmde bahsedilen dün seyrettim ile de kastettiğim aslında geçen hafta Perşembe idi :) Sanırım ayın 22 si falan oluyor.

23 Ocak 2009 Cuma

Butterfly On A Wheel, 2007 (6,7)



Ya sinir oluyorum. Eskiden ne güzel arşivlerin arşivi IMDB'den yararlanabiliyordum efendi gibi. Şimdi yasakladılar iş yerinde :( Başka sitelerden yönetmen, oyuncu adı falan konusunda yardım alabiliyorum ancak, ühü. Bu bilgilerin eşliğinde başlayalım bakalım yazımıza..



Güzeller güzeli Abby (Maria Bello) uyuduğu yatağında kıpırdanır. Aşağı kattan sesler duyunca korkusuzca merdivenleri inmeye başlar. Ama aşağıda korkunç bir süprizle karşılaşmaz. Gelen kocası Randal'dan (Gerard Butler) başkası değildir çünkü. Aşağıda biraz ses olunca küçük kızları Sophie de uyanır sonunda. Küçük kızlarını öpüp mutlu aile tablosunu gözümüzün içine sokarlar o an.

Bir gün Randal, Abby'ye, patronu Karl'la buluşacağını söyler. Sophie yalnız kalmasın diye bir bakıcı ayarlarlar. Bakıcı kadın geldiğinde dışarı çıkıp arabalarına biner ve yola koyulurlar karı-koca.

Biraz ilerledikten sonra arka koltuktan bir adam (Pierce Brosnan) çıkar ve silahını Abby ve Randal'a doğrultur. Onlardan istediği bazı şeyler vardır. Karı-koca adamın her istediğini yapmak zorunda kalacaklardır çünkü kızlarına bakıcı olarak tuttukları kadın da bu silahlı adamla işbirliği içindedir.

Adam (ismini filmin sonunda öğreniriz) öncelikle bankadaki bütün paralarını çekmelerini ister adam ve kadından. Başta karşı gelseler de kızlarının hayatının adamın elindeki telefonla bağlantılı olduğunu anladıklarından mecburen boyun eğerler. Bankaya gittiklerinde etrafta güvenlikçiler, polisler olsa da kimseye bir şey anlatamazlar. Randal biraz tedirgin olduğundan Abby onu arabaya geri yollar. İşin ucunda kızı vardır ne de olsa. Abby duygusal davranarak işin riske girmesini istemez. Parayı çekince adamın verdiği çantaya koyar ve arabaya gider.

Adamın yaptığı ilk iş çantadan bir tomar para alıp bunu yakmak ve yanan paraları çantanın içine atıp bütün paraların yanmasını sağlamak olur. Adam bu şekilde işin ciddiyetini ve kaybedecek bir şeyi olmadığını göstermiş olur. Abby ve Randal bu durum karşısında çok şaşırır ve çok korkar.



Adam daha sonra bir restorana gitmelerini ister. Orada karnını bir güzel doyuracaktır ama kimsede para olmadığını bildiğinden Abby ve Randal'a ikinci bir görev verir. O yemeğini bitirene kadar karı-koca dışarı çıkıp 300 dolar bulmak zorundadır. Abby ve Randal telaşla dışarı çıkar. Etrafta tanıdık kimse yoktur, bankada beş kuruş paraları yoktur, zamanları çok kısıtlıdır. Mecburen bilezik-saat satarak parayı bulurlar.



Restorandan çıktıktan sonra adam keyifle yeni görevlerinden bahseder. Abby adamın verdiği zarfı yerine ulaştıracaktır. Randal'sa adamla birlikte kalacaktır. Ve adam Abby gittikten sonra anlatmaya başlar. Randal iş yerinde ahlaka uymayan bir şekilde çalışmaktadır. Rakip şirketlerin öğrenmemesi gereken belgeler vardır. Adamın Abby'ye verdiği zarfta bu belgeler vardır ve Randal karısını arayıp paketi vermemesini söylemezse Randal'ın iş hayatı son bulacaktır. Randal karısını arar ve gerçeklerden bahsetmeden sadece paketi vermemesini söyler. Ama kadın kızı için hiçbir riski göze alamaz ve paketi ilgili kişiye elden teslim eder.

Üçlü yeniden bir araya geldiklerinde Randal Abby'ye çok sinirlenmiştir. Adamımızsa bir kenara çekilip keyifle gülmeye devam eder. İstediğini almaya başlamıştır.

Bir sonraki görevde yine teslim edilmesi gereken bir paket vardır. Adam bir ara bakıcıyı arayıp kızın nasıl olduğunu sorar. Telefon açılmadan önce bir numara da söylemiştir. Adamın arabadan ayrıldığı bir an koltuğa bıraktığı numarayı kaydeder Randal. Adamdan ayrıldıktan sonra bu numaranın bir otel olduğunu öğrenirler. O an vermeleri gereken bir karar vardır. Kızlarının peşinden otele mi gideceklerdir yoksa adamı sinirlendirmemek için paketi teslim etmek üzere yola mı çıkacaklardır?

Tercihlerini kızlarından yana kullanır ve otele giderler. Ama odada karşılarına çıkan tek kişi adam olmuştur. Bunların hepsi birer oyundur aslında. Ve bu oyundan kurtulmanın tek yolu oyunu sonuna kadar oynamaktır.

Adamın bundan sonra istediği şey Randal'ı patronuyla buluşacağı yere götürmektir. Üçlü yine yollara düşer. Yolun sonunda güzel bir dağ evi vardır. Randal eve girer ve sürpriz. Aslında bu bizim için sürpriz olmuştur. Randal karşılaşacağı şeyi baştan beri bilmektedir. Daha da sürpriz olan aslında üçünün de karşılacağı şeyi baştan beri bilmesidir. Ama herkesin birbirinden sakladığı şeyler vardır.

Aha! Bu ne şimdi değil mi? :) Baştan başlayan bir stres ve gerilim vardı. Ben biraz tahmin etmiştim ana kötü karakterleri falan ama işin bu duruma geleceğini düşünmemiştim doğrusu. Evet sürpriz bir son sizi bekleyecek eğer bu filmi seyrederseniz. Bence güzel bir filmdi.

Gelelim filmle ilgili diğer bilgilere. Film 2007 yapımı ve Mike Barker yönetmş.



Kötü adam hatta gıcık adam olarak karşımıza çıkan Pierce Brosnan'ı yapımcı koltuğunda da görüyoruz bu filmde. Epeydir ortalıklarda yoktu kendisi. James Bond serisinden epey bir tanışıklığımız var. 1995'te Golden Eye,1999'da The World Is Not Enough, 2002'de Die Another Day. Diğer filmlerini okuyorum okuyorum ama Mrs. Doubtfire'dan başkasını hatırlayamadım. O filmde de aklıma gelen tek karakter Doubtfire'ın ta kendisi, yani Robin Williams.



Maria Bello'yu severim. En son The Mummy : Tomb Of The Dragon Emperor'da bahsetmiştim kendisinden.



Gerard Butler da çok tanıdık bir yüz. Çok filmini seyretmemiş olmama rağmen çok tanıdık :) Sanırım 300'le baya bir akıllara kazındı yüzü. Ki ben o filmi henüz seyretmedim. Ama afişlerde, fragmanlarda oldukça çok gördüm Butler'ı. Seyrettiğimi hatırladığım ilk filmi 2003 yapımı Lara Croft Tomb Raider : The Cradle of Life. Onun dışındaki filmleri 300 (2006), P.S. I Love You (2007- onu da henüz seyretmedim), ve geçenlerde seyretmeye çalışıp da nedense çok sıkıldığım ama eşimin çok beğendiği RocknRolla (2008).

16 Ocak 2009 Cuma

Ghost Town, 2008 (7,2)



"Hayır canım, ev falan bakmadım. Öyle bir emlakçıyla görüşmedim." diyerek telefondaki eşini sakinleştirmeye çalışan Frank'i (Greg Kinnear) görürüz önce. Çok da kalabalık olmayan bir sokakta yürümektedir başına geleceklerden habersiz. Eşini ikna edip onu çok sevdiğini söyledikten sonra sinirle emlakçısını arar. Evi eşi için değil sevgilisi Amber için istemektedir çünkü. Tam telefonla konuşurken sokağa bakan evlerden birinden klima kutusu düşer. Kutu yere ulaşmadan Frank bunu fark eder ve son anda geri çekilir. Ölümden kıl payı kurtulmuştur. Olanlara inanamazken "pat!" diye otobüs gelir ve kenara savurur Frank'i. Frank yine kıl payı kurtuldum diye düşünürken yolda karşılaştığı insanların içinden geçip gittiklerini fark eder. Frank ölmüştür.

Bu sefer de diş hekimi Dr. Pincus (Ricky Gervais) ile tanışırız. Şu House M.D. dizisinden tanıdığımız Dr. House karakteri gibidir Pincus. Bencildir, kimsenin düşüncelerini, isteklerini umursamaz. Elinde kocaman bir paketi zorla taşımaya çalışan apartman komşusunun ricasını dinlemiş gibi yapsa da asansörün kapısının daha çabuk kapanmasını sağlayarak tek başına yukarı çıkar. Aynı şekilde taksiyi çağırmış olan kadını geçerek taksiye kendisi kurulup kadıncağızı bahtsız bedeviden beter eder.

Dr. Pincus'un bağırsak problemi vardır. Bunun için kolonoskopi yaptıracaktır. Hastaneye gider, kolonoskopi esnasında anestezi uygulanmasa da kendisi çok pimpirik olduğundan acı çekmeden anestezi verilmesini ister. İşlemler bitip de hastaneden çıktıktan sonra kapıda sigara içen hemşirelere laf atar. Hemşirelerden biri buna çok şaşırır. "Beni görebiliyor musun?" diyerek Pincus'un peşinde dolaşmaya başlar. Pincus yolda yürürken çarpmak üzere olduğu iki insandan da özür dileyince kesinleşmiştir, Pincus başkalarının göremediği ölüleri görebilmektedir!



Pincus bir anda meşhur olur ve arkasında koca bir ölü ordusuyla dolaşmaya başlar. Pincus hiçbirine de yardım etmeyi düşünmez aslında ve bu işten sıkılmaya başlar. Pincus'tan haberdar olan Frank de Pincus'un peşine düşer. Ölü insanlardan rahatsız olduğunu fark edince Pincus'la bir anlaşma yapmaya karar verir. Kendi istediğini yaparsa diğerleriyle konuşup onları Pincus'tan uzaklaştırabileceğini söyler Pincus'a. Pincus mecburen kabul eder.



Frank'in isteği, ölüp de yalnız bıraktığı eşi Gwen'yi (Tea Leoni) yeni sevgilisine karşı uyarmaktır. Frank'e göre adam karısının parasının peşindedir ve aslında onu sevmemektedir. Pincus bunu yapmayacağını söyler başta, ama ölüler peşinden koştukça Frank'le anlaşmaya karar verir. Kadının, asansör ve taksi olaylarındaki kadın olduğunu fark edince bu işin biraz zor olabileceğini kabul eder kendi kendine. Kadın onu zaten kaba ve bencil biri olarak tanımaktadır. Ama Pincus Gwen'in verdiği konferanslardan birindeki mumyanın diş durumuyla ilgilenince Gwen de iş için Pincus'la görüşmeye karar verir ve onu mumya incelemesi için iş yerine çağırır. Böylece Pincus ve Gwen görüşmeye başlar. Bir zaman sonra Pincus Gwen'in sevgilisinden ayrıldığını öğrenir. Ama haberi verdikten sonra Frank'te bir değişiklik olmaz. Frank dünyadaki işi bitmediği için hala dünyada olduğunu düşünür oysa. İşi biten yukarı çıkmaktadır çünkü.



Pincus, Gwen sevgilisinden ayrıldıktan sonra da kendisine çok dikkat eder, aşık olmuştur çünkü. Aynanın karşısında geçirdiği süreler uzar. Gwen'e bir hediye alır. Hediyeyi verdikten sonra da pot kırmaya devam eder ama. Frank'in kendisine anlattığı bilgileri kullanmaktadır Gwen'in kalbini kazanmak için. Gwen de bunu fark eder sonuçta. Pincus, Frank'le ilgili çok şey bilmektedir. Frank Pincus'un aşık olduğunu fark edince ona sinir olmaya başlar ve Gwen'in gözünde düşeceğini düşünerek ona gerçekleri anlatmasını ister Pincus'tan. Gwen inanmaz anlatılanlara ve Pincus'a ondan uzak durmasını söyleyerek gider.




Pincus bundan sonra değişir. Artık acı çekmenin nasıl bir şey olduğunu bilmektedir ve insanlara yardım etmeye karar verir. Ölü insanların isteklerini bir bir yaptıkça peşinde dolanan ölüler birer ışık halinde göğe yükselmeye başlarlar.

Pincus Gwen'i doğru söylediğine ikna etmeye çalıştığı bir gün, yine apartmanlarının dışında, tam da Frank gibi bir otobüs tarafından savrulur. Pincus ayağa kalktığında insanların içinden geçebildiğini gördüğünde adeta kahrolur. Frank de yanına gelmiştir. Aynı kaderi paylaşmaktadırlar. İkisi de sevdiği kadını bırakmak zorunda kalmış, dahası bu üzüntüyü aynı kadına yaşatmışlardır. İkisi de Gwen'in göz yaşlarına dayanamaz.



Bundan sonrasını anlatmayacağım işte :) Heyecanı kaçmasın. Söylersem seyretmek istemezsiniz şimdi :) Bence çok şeker bir filmdi. Kinnear'nın olduğu filmler hep çok eğlenceli olur zaten. Ben onu ilk olarak 1997 yapımı As Good As It Gets'ten hatırlıyorum. 1998'de You've Got Mail de oynamıştı. Daha sonra 2000'de The Gift'te, 2001'de Someone Like You'da, 2005'te Stuck On You'da, 2006'da Fast Food Nation'da ve Little Miss Sunshine'da ve Unknown'da oynadı.



Tea Leoni'yi de çok severim. Onu da ilk olarak Kevin Costner'lı 94 yapımı Wyatt Earp'te seyrettim sanırım. Asıl çıkışınıysa 98 yapımı Deep Impact ile yaptı. 2000'de Nicholas Cage ile The Family Man'de, 2001'de Jurassic Park 3'te, 2005'te Jim Carrey ile Fun With Dick And Jane'de karşımıza çıktı.



Ricky Gervais'i ilk kez seyrettim beyaz perdede. Başlarda çok gıcık buldum ama film ilerledikçe şeker gelmeye başladı. Bu da filmin güzeliğinden olsa gerek. Gerçekten keyifliydi bence. Tavsiye ederim.

Hamiş : Ghost Town film müziklerini bulamadığım için sizi As Good As It Gets'in film müziklerinden biriyle başbaşa bırakıyorum.

15 Ocak 2009 Perşembe

Yine Yeni Yeniden :)

Veeeeeeeeee sonunda devir işlemi bitmişti. Küçük Çınar da birden boşluğa düşmüştü…

Eskiden günler nasıl geçiyordu hatırlamıyorum. O stresli günlerden bu sakinliğe pat diye düşünce insan biraz sarsılıyor itiraf edeyim. Ama çok mutluyum yine de :)

Geçtiğimiz sene işlerimin zorluğundan ve saçmalığından bahsetmiştim biraz. İşte o işleri devrettim bu sene. Devir aşaması da oldukça sancılı geçti aslında ama sonuçta geçti gitti işte. Uzun süre yazamadım bu yüzden. Aslında bir sürü de film seyrettim. Çoğunu hatırlayamıyorum bile şu anda. Tam bir liste çıkarmak için Badem'den destek almam lazım yine.

Onun dışında House'un yeni çıkan bütün bölümlerini seyrettim. Nip / Tuck da yeniden ekranlarda. O konuda da çok mutluyum dolayısıyla. Bir de Kavak Yelleri'ne sardım son zamanlarda. Dawson's Creek'e olan hayranüstülüğümü bilenler bilirler. O yüzden Kavak Yelleri ilk başladığında acaip bir önyargıyla kendimce reddetmiştim diziyi. Dawson's Creek o tip dizilerde bir idoldü çünkü. Kopyası, araklanmışı vs olamazdı, olmamalıydı. Aradan biraz zaman geçtikten sonra gözüm takılmaya başladı. Ama cumartesi akşamlarına koydukları için oturup adam akıllı seyredememiştim. Sonunda arşive almaya karar verdim ve geçtiğimiz hafta ilk sezondan itibaren seyretmeye başladım. Hakikaten başarılı buldum. D.C.'nin yeri hala ayrı, o ayrı mesele. Ama bu dizideki oyuncular da iyi iş çıkarmışlar, beni alıştırdılar kendilerine :) Buradan hepsini bir bir tebrik edip selamlarımı yolluyorum :)

Sonra, Ahmet Ümit'in uzun zaman çantamda, elimde vs sürünen Kavim'ini bitirdim sonunda. Onu da pek beğendim. Seviyorum ben bu adamı. Sonra da Öykücü sayesinde tanıyıp çok sevdiğim Jeffrey Archer'ın yine Öykücü tarafından bana hediye edilen Dokuz Kuyruklu Kedi adlı kitabına başladım. İnanılmaz keyifli. 9 kısa hikayeden oluşuyor. Zeka pırıltılarını çok net gördüğünüz güzel hikayeler. Okumanızı tavsiye ederim.

Seyrettiğim filmlere gelince (alfabetik sıralanmıştır);

99 Franks
Bi Mong
Blindness
Butterfly On A Wheel
Death Defying Acts
Ghost Town
Hot Fuzz
How To Lose Friends and Alienate People
Mirrors
Saw V
Shallow Grave (Sevgili Abi tavsiye etmişti, teşekkürler)
Some Where In Time (Sevgili Evvel Zaman İçinde'nin önerisi, teşekkürler)

Yeopgijeogin Geunyeo (My Sassy Girl) (Sevgili Evvel Zaman İçinde'nin önerisi, teşekkürler)

Aslında neredeyse her gün bir film seyrettik ama bu kadarını hatırlayabildik işte. En kısa zamanda hepsinden de bahsedip eski neşemle karşınızda olabilmeyi umut ediyorum.

O zamana kadar hoşçakalın! :)