30 Ağustos 2007 Perşembe
Bir kitabın sonuna daha geldik, sıradaki!
Jeffrey Archer'ın 13 kitabını buldum (internette). Son okuduğum kitabı Onur Meselesi ile birlikte 7 tanesini okumuşum zaten. 1 tane de okumadığım var evde. Demek ki almam gereken 5 kitabı daha var. Tabi şimdilik. Amcam yazıyor da yazıyor. İyi ki de yapıyor. Ben çok memnunum :) Kendisini benimle tanıştıran öykücüme teşekkürü bir borç bilir gözlerinden öperim..
29 Ağustos 2007 Çarşamba
Get Real





28 Ağustos 2007 Salı
Yemek telaşı ve babaannem..
Anneannemiz ve kuzeni misafirlikten geldikleri için (gerçi anneanne her gelişinde aynı şey olur) karınları tokmuş ama yine de sofraya oturttuk. Ne de olsa adı yemeğe gelen misafirlerdi. Tok ağırlamak da zor oluyor, atalarımız boşuna dememiş..
Babaannemse ben diyeyim 4 siz deyin 5 kere gelmiştir Ereğli'ye. Biz iki senedir evliyiz, ilk defa evimize geliyor. Pazar günü köyden geldi annemlere. Dişlerini de çektirmiş garibim. Daha takamamışlar protezi. Öyle dişsiz dişsiz geziyor. Ne yer ne içer ben bir telaş yaptım tabi. Kadıncağızın dişi yok, ezemez, koparamaz, neredeyse çiğneyemez. Sadece yutar.. Hemen çorbaya giriştim. Yumuşak olur diye mantı pişirdim. Zeytinyağlı dolma falan araklamıştım daha önce annemden. Haftasonu denemek için alıp da fırınladığım kırmızı biber patlatması (artık gerçek ismi her neyse) vardı sarımsaklı-sirkeli. Onu çıkardım sofraya. Börek ısıttım. Kocaman da bir salata yaptım. Doğru dürüst yiyen olmadı zaten her şey masada kaldı..
3 yaşlı insanı aynı anda misafir etmek çok zormuş bunu anladım. Üçünün de kulakları ağır işitiyor, özellikle babaannemin. Her söylediğinizi ona iki belki üç kere tekrar etmeniz gerekiyor. Bir yandan diğer misafirlerin sohbetleri devam ediyor. Her şeye de bir yorumları oluyor sağolsunlar. Böyle iki üç çocuklu misafirde kafanız şişer ve zorlanırsınız ya, işte çocuk ya da yaşlı hiç farketmiyormuş meğer..
Babaannemi zorla ikna ettik dün gece bizde kaldı. İlkten çok hevesliydi, babamların gitme saati gelince tereddütte kaldı. Gitsem mi gitmesem mi :)) Sıkılırsın dediler önce, biz inat ettik. Bir daha ne zaman gelip de kalacaksın diye. Kırk yılda bir geldikleri için.. Korktu kadıncağız heralde. Hem yük olmaktan hem de ne bileyim yalnız kalmaktan mı?
Neyse açtık televizyonu. Önce Terminator 2'ye baktık. Hoşuna gitmedi ve biraz korktu sanırım. Sonra yaşına ve tavrına daha uygun bularak Zeki Alasya - Metin Akpınar'lı bir film bulup onu açtım. Seyrederken uyuyakaldı tontim..
Sabah da erkenden kalkmış babaanneciğim. Biraz da rahatsızlanmış.. Bugün doktora getireceğiz.
Getireceğiz diyince, Ereğlililer götürmek fiili yerine getirmek fiilini kullanırlar. Ben yukarıda o amaçla kullanmadım belirteyim hemen :) Ben zaten hastanede olduğumdan, malum iş yerim, buraya getireceğiz anlamında kullandım..
Jeffrey Archer'ın Onur Meselesi'nden sonra bahsedeceğim.
Kitap kurtları

Süper! Süper! Süper!
İşte budur sevgili seyirciler. Daha önce bir blogda Jules Verne'in bütün kitaplarının 4,90 a satıldığını okumuş ve çok heyecanlanmıştım. Ama bahsi geçen siteden daha önce hiç alışveriş etmediğimden emin olamamıştım ve hevesim kursağımda kalmıştı.
Az önce Peloş'um için bir kitap araştırırken o da ne, Jules Verne'in kitapları ideefixe'te de %60-70 indirimlerle yine 4,90 a satılmıyor mu? Allahım bu ne mutluluktur. Hemen girdim alışveriş sepetimi doldurdum. Tabi arkadaşlara da bu güzel haberi vererek her bir kitaptan 3 adet olmak suretiyle siparişimi verdim. Allahtan burda gümrük yok da ticari amaçladır bu kitaplar diyerek siparişime engel olacak memurlar yok :)
Daha önce kitapları okumuş ya da filmlerini seyretmiş olsak da hepsini biiiiiiiir bir okuyacağım. Yorumlarımı da hemen eklerim ilgilenen arkadaşlar için.
Çok mutluyum! Yuppiiiiiiiii! :))
26 Ağustos 2007 Pazar
Cancanlarla haftasonu
Aslında yine bitiremeyebilirdim. İstanbul'dan çok sevgili dostlarımız geldi çünkü. Badem'in üniversiteden "şişe" ve bir sürü macerasını paylaştığı Selimcan ve onun şeker mi şeker eşi Ayça kızımız.
Cumartesi aradılar ve biz Akçakocaya geliyoruz dediler. Yuppii!! Akçakocada çok yapacak bir şey yok tabi. Burdan Zeynepleri de ayarladık çıktık gittik. Sapakta buluştuk kibar arkadaşlarımızla..
Önce karınlarını doyurduk Bülent'in Yeri'nde. Pidelerimizi midelere indirip kaleye gittik. Denizle araları pek iyi değilmiş meğer. Buz gibi gazozlarımızı içip kendi şehrimize dönelim en iyisi dedik ve biraz deniz kıyısında oturup Ereğli'ye döndük.
Eskiden Musiki Derneği olan ve benim küçükken içinde cüceler var düşüncesiyle korktuğum ve şimdilerde Taş Bina ismiyle hoş sohbet bol muhabbet, oh ne güzel manzara kıvamındaki yere gittik. Otlu ayran içtik. Sonra da evimize geldik şeker misafirlerimizle birlikte.
Ben misafir ağırlamayı çok severim. Belki aileden gelen bir özellik. Evde misafire yönelik her türlü ihtiyaç malzemesi mevcuttur. Yedek lifler, diş fırçaları vs. Elimizden geldiğince rahat ettirmeye çalışırız sevdiklerimizi.. Şimdiye kadar şikayet eden olmadı :))
Neyse, hazırlandık ve Yalı Restorant'a gittik. Bu güzel lokantanın büyüsüyle yazdığım "Saat akşamın 8'i" hikayesinden de hatırlayacaksınız. Çok güzel bir yerde, çok leziz yemeklerle hizmet veriyor. Arkadaşlarımız da çok beğendi özellikle mezelerini..
Ertesi sabah meşhur çınaraltına kahvaltıya gittik bir yanımızda denizde yüzen ördek ailesini seyrederek. Diğer yanımızdaki kedi-fare arasında geçen vahşi dünyayı anlatmayacağım :) Kahvaltıdan sonra sandal kiraladık lise yıllarımızdaki gibi.. Yarım saat boyunca bir Ayça kızımız çekti kürekleri bir Selim oğlumuz.. Biz Bademle iki uçta keyif yaptık. Ben ayaklarımı suya saldım, çırptım çırptım eğlendim.
İyki geldiniz sevgili dostlar. Böyle süprizlere her zaman açığız. Umarız rahat ettirebilmişizdir sizi. Bir sonraki maceramızda buluşmak dileğiyle, sizi seviyoruz! :)
24 Ağustos 2007 Cuma
Japonların uçtuğu an.. :)
23 Ağustos 2007 Perşembe
Her "şey" ayrı yazılır..
Her gün biri yabancı, biri türkçe iki kelime geliyor. İlki yabancı olan kelimenin anlamı ve tabi ki Türkçemizdeki karşılığı , ikinci kelimenin ise sözlük anlamı oluyor bu postada..
Dünkü çok hoştu, buraya da yazmak istedim. Günümüzde hepimizin neredeyse Türkçeymiş gibi rahatça kullandığımız post it kelimesine karşılık "pusulacık" kelimesini önermişler. Çok şeker geldi bu kelime. Pusulacık :)
Türkçe'nin yanlış kullanılmasına üzülüyorum. Bazı bloglarda kelimelerin yanlış yazıldığını, yazım kurallarına uyulmadığını görmek beni üzüyor. Mesela çoğu kişi "de" ve "da" ların hangi koşullarda ayrı hangi koşullarda bitişik yazıldığını bilmiyor ki bu bana çok ilginç geliyor. Bir de yazarken rahat ve şeker olma durumu var. Di mi (değil mi), bi (bir) gibi okurken insanı gülümsetebilecek kelimelerimiz de var. Onlara eyvallah. Ama gidiyom, geliyom ya da herkez yazan insanlar da var.
Tabi bütün bunlar blog dünyasında değil. Dışarda da bu şekilde yazan insanlarla karşılaşıyoruz. Ben özel isimlerin yabancılaştırılmasını da çok saçma buluyorum mesela. Yok Türkiye'nin Turkey olarak bilinmesi de anlamsız. Be kardeşim, Türkiye'ye Turkey derken İstanbul'u niye olduğu gibi kabul edip söylüyorsun o zaman? Özel isim özel isimdir. Biz senin Jack'ini Can diye mi çağırıyoruz?
Neyse özete gelelim. Herkes Z ile değil S ile biter bilmeyen arkadaşlar. Vurgu anlamında kullanılan de ve da'lar ayrı yazılır. Bu tip konular için T.D.K.'nın sitesi çok güzel bir bilgilendirici.
Dün Agatha Christie'nin elimdeki kitabını, Cinayet Alfabesini, bitirmek için çabaladım ama olmadı. Hava sıcaklığının verdiği bunaltıyla hiçbir şey yapasım olmadığı gibi bir yandan uykum varken bir yandan uyuyamıyorum. E çok ilerleyemedim tabi bu durumda.. Kitap da bitemedi işte. Aslında ardarda 3 A.C. oldu. Bundan sonra başka bir yazara geçip A.C. lere sonra devam edeceğim. Okuduğum diğer A.C. yorumlarım için buraya ve buraya bir tık lütfen..
22 Ağustos 2007 Çarşamba
Son animemiz (son derken son zamanlarda seyrettiğimiz)..




20 Ağustos 2007 Pazartesi
Bir Ferzan Özpetek filmi
Evelsi gün bütün gün başım ağrımış ve midem bulanmıştı. Sıcaklar beni böyle etkiliyor. Güneşte fazla kalırsam mutlaka yaşıyorum bu ağrıları. İşte yine öyle bir sonrasında rahatsızlığımı tam olarak üzerimden atamadan sinemaya gittiğim için biraz "rahatsız" olarak seyrettim filmi. Belki o yüzden çok içime işlemedi. Yorumlara baktım da bazı kişilerce seyrettikleri en güzel film olarak bile adlandırılmış. Bazıları da hiç beğenmemiş. Ben biraz arada kaldım. Kendimi dinlemekten filmle pek ilgilenemedim sanırım. Filmle ilgili olarak tıklayınız, Bir Ömür Yetmez.
19 Ağustos 2007 Pazar
Obarey
Evden çıkmış olduklarına kesin kanaat getirince bu sefer bi ablamı bi eniştemi aradım. Açan yok. Bu şekilde tam bir saat yerimde duramazken telefon ettim, telefon bekledim yok yok!
Deli olmak üzereyken kardeşim aradı neyse. Duymamışlar meğer telefonu.
Kardeşim cep telefonunuz varsa, üretim amacına uygun olarak lütfen süs olarak değil iletişim aracı olarak yanınızda taşıyın!
Yolda oldukları haberiyle rahatlayınca kitabımı okumaya devam ettim ve bitirdim bir Agatha Christie kitabını daha. Yine Poirot'tan önce çözemedim cinayeti. Hatta şaşırdım bu sefer. Özetim için bir tık, Elmayı Yılan Isırdı.
17 Ağustos 2007 Cuma
Kozmetik çılgınları

İki yakışıklı arasındaki şeker



15 Ağustos 2007 Çarşamba
Kuzeyde Bir Yer
Benim bahsedeceğim diziler yine cnbc-e den olacak. Yalnız bir de TRT'nin o eski zamanlarında yayınladığı harika bir dizi vardı. Ekşi sözlükte de bakınca gerçekten de reklamı falan olmamasına rağmen çok izleyicisi olduğunu farkettim "Kuzeyde Bir Yer"in. Sanırım ortaokulda falandım o zamanlar. Dizi bitip de aradan seneler geçtikten sonra dizinin hasretiyle yanıp tutuşurken özellikle TRT'ye bir sürü elektronik posta attım ama girişimlerimden bir sonuç alamadım maalesef. Şimdi dvd lerini arıyorum :))


sonra hep sevgili olmalarını istediğim Maggie vardı (Janine Turner),


ve tabi olmazsa olmazlardan bir kızılderili olan Ed (Darren E. Burrows). Bir sürü başka karakter de vardı ama resimlerine bakmama rağmen onları çok hatırlayamadım.
Bunlar isminden de anlaşılacağı gibi kuzeyde bir yerde yaşarlardı. Mevsim sürekli kıştı. Hep kalın kalın kıyafetler giyerlerdi. Mevsim kıştan döndüğünde bile soğuktan atkı-bereyle falan dolaşırlardı. Çok güzel muhabbetleri vardı. Hele ki Chris'in radyo sohbetlerine bayılırdım.
Ah bir bulsam da tekrar seyretsem. Ballandıra ballandıra anlatırım size emin olun :)) Badem burda sana iş düşüyor. Hadi bakalım pış pış! :)
14 Ağustos 2007 Salı
Bir anime daha..
Miyazaki ustanın beğenilemeyecek bir animesi olamaz zaten. Hayatımda çok büyük bir parça olan diziler bir kaç gün ön sırada dursun isterdim ama Laputa bekleyecek gibi değildi :))
Özet ve resimler için haydi tıklayalım : LAPUTA!
Yine maziden, eski dizilerden

Bu dizi bazı zamanlarda Beverley Hills dizisine benzese de çoğu zaman çok güzeldi. Benzeşmesi de herkesin bir noktadan sonra eski sevgiliye dönüşmesinden. Ve aslına bakılırsa mesela Joey'nin dizide çıkmadığı adam kalmamıştı. İşte bu yüzdendir ki Joey görüntü olarak hoş, bazı zamanlar abuk bakışlı, olsa da karakter olarak pek hoşlaştığım bir tip değildi. Tabi yine de o ve arkadaşlarının maceraları üniversite yıllarımın en merakla beklenen şeylerinden biri olmuştu.

Nostaljik takılalım
Biz Bademle düğün değil nikah suretiyle evlendik. Nikah salonu o kadar küçüktü ki ikimizin de tanıdıklarını alması mümkün değildi. O yüzden ben baştan beri, sinema fanatiği olmanın verdiği bir şevkle, sinemada evlenmek istedim hep. Bu fikri Bademe açtığımda o da çok heyecanlandı. İki başımıza sinemaya gidip yetkililerle konuştuk. Ben olumsuz tepki alacağıma o kadar inandırmışım ki kendimi, nasıl yalvarsam falan diye bir kaç gün düşünmüş öyle gitmişim hatta :)
Adam hemen tabi olur cevabını verince önce afalladım. Sonra cevabın güzelliği karşısında mest oldum ve hemen ailelerimize güzel haberi verdik. Sinema salonumuz siz deyin 500 ben diyeyim 600 kişi alıyor. Ona rağmen ayakta insanlar vardı. Ama çok da güzel oldu nikahımız. Ereğlide 70-80 lerde sinemada evlenenler olmuş. Onların üzerine ilk biz orda evlenmişiz. Çok romantik oldu :) Perdeye de Bademle resimlerimizi yansıttık güzel güzel müzikler eşliğinde. Seyredenler çok memnun kalmışlar, nikahtan aylar sonra bile bu tip yorumlar almak çok çok güzel oldu.
Bir ara nikahtan resimler yükleyebilirsem buraya, güzel olur. Müziklerden de ilk aklıma gelen Married With Children'ın şarkısı mesela :)
Neyse bu yazıya asıl seyrettiğim filmler için başlamıştım. O şekilde devam edeyim. Dün afişlere de bakarken arada bir sürü film seyrettiğimi ama buraya yazmayı unuttuğumu farkettim. Breach bunlardan biri mesela. Bir de en son dün seyrettiğimiz 28 Hafta Sonra var işte. Tabi öncesinde de bir sürü film var ama şimdilik bu ikisi aklımdayken unutmamak için isimlerini yazayım diye düşündüm. Vakit bulup da filmler hakkında özet/yorum yazılarımı hazırlayabildiğimde buradan bakabilirsiniz (28 Hafta Sonra, Breach).
12 Ağustos 2007 Pazar
Haftasonu Kültürü
Özetini okumak için buraya (Beş Küçük Domuz) tıklayınız.
Peloş'umun feryatları
Yıl 1997. Üniversiteyi daha yeni kazanmış ve İstanbul'un TV'lerde sürekli polislerle birlikte gösterdiği Beyazıt'ın ortasına düşmüşüm.. Benim gibi 170 kişi daha var kayıt sırasında. Bunlardan biri de Peloş. Amma ve lakin ilk zamanlar birbirimizden haberimiz yok. Günler ilerledikçe onun arkadaşı benim arkadaşımı tanıdıkça bizim de tanışmamız sağlanmış ve kardeş olmuşuz..
5 senelik (4 sene okul, bir sene iş hayatı) İstanbul maceramın % 80 inde yanımda olmuş Peloş'um. Haftanın 3 bazen 4 günü bizde kalıp vakit geçirmişiz. Ben o zamanlar da tavukmuşum :) Ben uyuyakalırken Peloş da TV'mizle başbaşa kalırmış. Ama şikayet edemez, bu sayede cnbc-e dizilerimle tanışmış kendisi ve hayatının vazgeçilmezi olmuş.
Onunla ilgili anlatacak çok şey var, maceralarımız, hayal kırıklıklarımız, ayrılıklarımız, mutluluklarımız.. Ama her şey bir anda anlatılamıyor. Üstelik ben maziden bahsetmekten çok hoşlanmıyorum. Çünkü o güzel günleri arkamda bıraktığım ve hatta yaşlanmaya başladığım aklıma geliyor ve üzülüyorum.
Bunları yazınca şimdiki günlerim kötüymüş gibi anlaşılmasın. Şimdi de mutluyum. Yanımda başka başka insanlar var, başka bir hayat telaşı içindeyim ve daha farklı bir hayat yaşıyorum, farklı sorumluluklarım var. Bugünün güzelliği ayrı dününkü ayrı. Bugün dünden ya da dün bugunden daha güzeldi diyemem. Böyle bir şeye gerek duymam çünkü. İkisinin yeri de çooooooook farklı..
Üniversite sonrasında Peloş'la bağlarımızı koparmadık. Birbirimizi eskisi kadar (her gün! :) yüzyüze göremesek de icat edene hayran olduğum cep telefonu ve internet sayesinde sık sık görüşebiliyoruz. Hala birbirimizin maceralarından haberdarız ama ne ben onun evine gidebilmişim bir daha, ne de o benimkine gelebilmiş.
Yıl 2007. Aradan 10 sene geçmiş.. Peloş artık ısrarlarıma dayanamayıp, kurslarının tatil dönemini de fısrat bilerek evimize konuk olmuş sonunda :)

İstanbulda bile yaşamadığı bir sıcak hava dalgasında kalarak "Allahım beni pişir" feryatlarıyla beni güldürmüş de güldürmüş :) Eskilerden de bahsedilmiş hafiften. Velhasıl güzel bir haftasonu geçirilmiş.
İyi gelmişsin Peloş'cum. Umarım rahat ettirebilmişizdir seni evimizde ve şehrimizde ve umarım bir 10 sene daha geçmez aradan :)
3 Ağustos 2007 Cuma
Mahalle arkadaşlarım
Evet anlayacağınız üzere bir Harry Potter serisi daha heyecanla son bulmak üzere. Azıcık sayfası kaldı kitabımın bitmesine. Son olan 7. seri içinse çevirmenlerimizi bekleyeceğiz. Sanırım eylül-ekim gibi Türkçe basımıyla aramızda olacak kitap. Aslında gazetede 7. serinin Harry açısından sonunu okuduğum zaman büyük bir üzüntü duydum. Amaaaaaan sen de, altı üstü masal kahramanı demeyin. Dile kolay 6 kitap. İnsan bazen 1 kitapta bile kendini kitap kahramanlarından biri zannederken 6 kitapla birlikte Harry ve arkadaşları mahallemizin çocukları gibi oldular. Onların hakkında birşeyler okumak gerçekten keyifliyken sonunda mutlu olamayacaklarını (en azından Harry'nin) öğrenmek hiç hoş olmadı, hah şimdi siz de öğrenmiş oldunuz.. J. K. Rowling'e karşılık yeni bir son yazmak istiyorum ben. Henüz okumamım bu arada sonu :) Ama gazeteden okudum işte. O onla evleniyor o diğeriyle biri mutlu oluyor biri olmuyor. Ne anladım ben bu sondan? Hıh!

Dün Simpsonsları da seyrettik Bademle. Eğlenceliydi. Filmaniaca onu da ekleyeyim hemen.