Saat sabahın 07:50 si.. Son zamanların en geç kalkış saati.. Tam da güzel günler yakındır felsefesine sarılınmış, rahat bir oh çekilip koltuğa kurulunmuştu bir önceki gün. Ama kuruluş o kuruluş ki film üstüne film derken (Stranger Then Fiction, Dead Silence ve Death Note) Badem'le gece yarılarına kadar gözlerimizi yormuşuz. Affedilebilir bir durum yani..
Kalktım, kitabımı okudum biraz. Ferrarisini Satan Bilgeden "bilgelik" kazandıktan sonra İhsan Oktay Anar'ın Amat'ına bindim. Gemideyim şimdi. Birkaç reisle deli Süleyman var. Bi de marangoz vardı pis cenabet bişi ama aklandı paklandı sonra. Şimdi nerde bilmiyorum. Amat'ın bir köşesinde öyle kalakalmışım.
İhsan Oktay Anar'ı binbir türlü garip kelimeleriyle okumak zor olsa da tarzı sevilir. Ben Badem dolayısıyla tanıdım. Hatırlıyorum da Yüzüklerin Efendisi gibi ama biraz değişik diye tanıtmıştı ilkten. O gazla Puslu Kıtalar Atlası'yla Efrasiyab'ın Hikayesi'ni okumuşum..
Bu kitap okuma zamanlarım gün bitiminde iki aferin bile kazandırdı bana, kendim tarafından :) Kitap sonrasında akşam için sabahın köründe yapmış olduğum yemekle de 5 pekiyi kazanıldı. Ama +/- sütununda eksiler de mevcuttu. Hem yap hem memnun kalma. Bu nasıl işti?
Öğleden sonra büyük bir heyecan ve sıcağın etkisiyle neredeyse yarı baygın halde kuaföre gidilmiş ve hatta örnek olsun diye Winona Ryder'ın resmi bile götürülmüştü. Sonuç tam bir hüsran olmasa da idare ederdi. Yine de mutsuz değildim çünkü artık farklı bir felsefem vardı, bok böcekleri bile rahatsız edemezdi artık beni.
Eve gittim. Badem saçlarımı görünce havalara uçtu. Hemen inmesin diye "aslında bu siyah değil kahverengi" diyemedim, nasılsa birkaç hafta belki de gün sonra kendi de anlayacaktı. Şimdi hevesini kırmaya gerek yoktu. Badem. Çocuklara has bir hevesi ve mutluluğu olan, yufkayürekli badem. Onu üzmeye gerek var mıdı? Yoktu..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder