24 Eylül 2008 Çarşamba

Haftasonu

Saat sabahın 7’i ve ben iş yerimdeyim. Sebep : Üşengeçlik :)

Şöyle ki, eşimin mesaisi 07:30’da başlıyor. Benim mesaimse 08:00. Eşim normalde işe servisle giderken ben kimi zaman yürüyerek kimi zaman otobüsle gidiyorum. İş çıkışı işimiz varsa atlıyoruz Badi’ye geliyoruz. İşte sabahın 7’sinde uyanıp hazırlanma nedenim bu. Hazır araba yollara düşmüşken yürüyerek işe gelmeye üşeniyor en başta beynim. Düşüncesi bile yoruyor bazen. Bugün de o bazenleri yaşadım ve geldim işte.

İşe erken gelmeyi seviyorum ama. Hem dünden kalan işim varsa onu halledebiliyorum hem de blog okuyup yazabiliyorum rahat rahat. Bir de etraf inanılmaz sessiz oluyor. İş yeri ama tam da kafa dinleme yeri oluyor bu saatlerde :)

Geçen hafta İstanbulda’ydık. Tüm hafta değil tabi ki. Cuma sabahı yola çıktık ve Pazar günü döndük. Eşimin ablası evlenecek önümüzdeki ay. Daha önce nişan olayından bahsetmiştim. Düğüne az kalınca ev bul, ev yerleştir mevzuları ortaya çıktı. Taşınma için gün belirlendi, kamyonlar vs ayarlandı, damat adayı pat hasta oldu. Besin zehirlenmesiymiş. 4 gün falan yattı hastanede garibim. Kendi evine ilk giren biz olduk tabi bu durumda. Cuma günü geldi iki kamyon da. Ve yerleştirmeye başladık.

Bu arada iki taraf da kendi evini kurmuşsa o iki evi bir evde birleştirmek ne zor oluyormuş yahu. Düşünün ki her iki evde de çamaşır makinesi var, bulaşık makinesi var, buzdolabı var, salon takımı var, var da var anlayacağınız. Büyük eşyalardan bazılarını daha önce ihtiyacı olanlara dağıtmışlar neyse ki. Ama kamyonlara yerleştirme sırasında ne gelin ne damat kendi evinde olamadığı için çerçöpe kadar her şey kolilenerek bu yeni eve geldi! Bana göre içlerinde atılacak çok şey var, yıllanmış şeyler var yani artık. Ama benim değil ya, atma kararını da kendi kendime alamadım. Görümcemi yakaladığım bir anda onay analarak bazı şeyleri ayrı bir koliye koydum raflarından alarak. Ben diyeyim 9 siz deyin 10 ay, vallahi yerleşemezler :) Bir kere ev 4 katlı. İn çık in çık, insanın ayakları ağrıyor.

Sanırım Cumartesi günü idi, maç vardı. Badem maç seyredeceğim deyince kayınvalidemi alıp sinema odasına geçtim. Film seçme işini yine Badem yaptı bizim için :) Güzel de bir film seçmiş sağolsun. Bana kalsa ben Matrix’leri falan bile seyredebilirdim oturup. Ama kayınvalidem hoşlanmayabilirdi. Badem de onun için The Pursuit Of Happyness’ı seçmiş. Anlatacağım bir ara.

Yolda giderken sonunda elimdeki kitabımı da bitirdim : Pınar Kür’den Bir Deli Ağaç. Başlarda biraz sıkıldım gibi oldu itiraf ediyorum. Bir de kitabın güzel olduğu dışında hiçbir yorum dinlemeden ve okumadan başladım kitaba. Küçük hikayelerden oluşuyormuş meğer. Ben en çok Maçka-Taksim, Yaz Gecelerinde Keman (hatta bu ilk hikayeydi yanlış hatırlamıyorsam, devamı gelecek diye düşünmüştüm ama bir anda bitiverip diğer hikayeye geçilmişti). Kitaba ismini veren Bir Deli Ağaç’ıysa çok beğenmedim. Bu kitaptan sonrası için niyetim Buket Uzuner’in Kumral Ada Mavi Tuna’sını okumaktı sevgili Yaşamın Kıyısında’nın 3 aşk hikayesi sobeli yazısından sonra. O kitabı da hep merak ettim ama bir türlü fırsatım olmamıştı nedense. Bu sefer de başlayamadım çünkü eşimin Ankara’daki kitapları arasında kalmış :( İlk gidişimizde alacağım. O zamana kadar İhsan Oktay Anar’ın Suskunlar’ına başladım. Seviyorum ben o adamı. Daha önce Puslu Kıtalar Atlası, Efrasiyab'ın Hikayeleri ve Amat'ı okumuştum. İlk ikisini çok beğenmiştim ama Amat'ta aynı tadı alamamıştım. Bakalım Suskunlar'ı nasıl bulacağım...

5 yorum:

uzun bacak dedi ki...

Ne kadar güzel. Uzun uzun yazmışsın. İşe erken gitmen bize yaradı :)) Kumral Ada Mavi Tuna'yı beğenmiştim. Kitaplığımda olabilir, veririm ben sana. Puslu Kıtalar Atlası konusunda da "hala başlayamadım":( Ruhlar Evi'ni okuyorum. O bitince de hemen Puslu Kıtalar Atlası'na başlayacağım.

muck

Adsız dedi ki...

Yazık ya geçmiş olsun canım.Resmen ilk ayak bastı parası alsın sizden damat bari :) Erken gitme konsunda da haklısın sessizken çok keyifli oluyor. Haftasonuda aynısı geceiçin geçerli. Hele hava yağmurluysa pc başında naneli filtre kahvemi alıp eşi dostu okumayı çok seviyorum. Bu arada birdaha yolun düşerse bekliyorum biliyorsun. Nacizane benimde bir önerim olacak canım,Jean Christoper Grange Siyah Kan'ı oku canım.Sevgiyle görüşemezsek iyi bayramlar.

SERAP dedi ki...

Öncelikle uzun bacak'a bir sitemim olacak:Niye yazmıyorsun artık????:(

Sonra Çınarcım;
İstanbul'da iken bende yapardım aynısını.Erken gitmek çok işime gelirdi.Ben İhsan Oktay Anar'ı ilk defa okudum,kesinlikle devamı gelecek.Ama sen Kumral adayı okumayı sakın unutma.

uzun bacak dedi ki...

Merhaba Serap,

Haklısın yazamıyorum. Üç haftadır iş arkadaşım raporlu. Bütün işlerle tek başıma ilgileniyorum. Akşamları da Ramazan dolayısıyla iftar davetleri ve buluşmalar var. Azıcık boş vaktimi de sevdiklerimi okumakla geçiriyorum. Okumak yazmaktan daha güzel benim için :) Belki bayramdan sonra görüşürüz ;))

Craft woman seni de Çınar sayesinde tanıdım ve zevkle okuyorum...

Çınar'cım her gün yaz, her gün yaz... İnan seni okumak en büyük zevklerim arasında :))))

cinar dedi ki...

@ Teşekkür ederim ciciko. Vallahi unuttum dün kitaba bakmayı ha. Ama sen de aramadığına göre sen de unutmuşsun. Puhahah :))

@ Craft Woman bahsettiğin kitabı aldım ben de. Ama henüz okumadım. Bu aralar kütüphanemizde okumadığım kitapların sayısı çoğaldı zaten :) Uzun soluklu bir tatil bekliyorum :)

@ Serap epeydir listemde zaten de, bu sefer de kitap Ankara'da kalmış işte :( Neyse Suskunlar da güzel gidiyor.

@ Uzunbacakcım tekrar teşekkür ederim ama ben de çok özledim senin yazılarını. Yazmaya da zaman ayır lutfen.