13 Mart 2008 Perşembe

Hayat arkadaşım


Eşim, sevgili hayat arkadaşımla tanışmamız 1992 yılına dayanır. O zamanlar hazırlık ve orta birinci sınıfı başka bir şehirde okuyup sınıfımıza nakil olan bir öğrenciden fazlası değildi benim için. Ama tesadüf bu ya, sınıfa gelip de en arka sıraya geçip oturduğunda onunla tanışmaya giden ilk sınıf arkadaşı ben olmuştum :)

Ortaokulun devamında ve lisede, 7 senelik okulumuzda, hep aynı sınıfta okuduk. Yıllar geçtikçe arkadaşlığımız da ilerledi ve yazlarımız ayrı geçmez oldu. Yine de hep bir mesafe vardı aramızda. O çok suskundu, bense heyecanlı. Lise son sınıfta mezuniyet gecemiz için hazırlıklara başladık. Bana birlikte gitmeyi teklif ettiğinde aklım nerdeydi bilmiyorum. Tek düşündüğüm onun sessiz oluşu, benimse masada oturmak istemediğimdi. Yine de hayır derken üzgündüm. Çünkü o iyi bir insandı, sadece iyi bir dans arkadaşı olmayabilirdi (bu arada aslında ben de dans etmekten hoşlanmıyorum).

Üniversite sınav sonuçları açıklandığında onun tek tercih yaptığı Ankara’daki üniversiteyi kazandığını duyduk. Bense İstanbul’a gidecektim. Yazları aile evinde yine burada buluşmaya devam ettik. Artık farklı şehirlerde olsak da aslında bütün arkadaşlarımızla birbirimize bağlıydık. Yaz tatillerimiz güle oynaya geçiyordu.

Üniversitelerimizi bitirdiğimizde olduğumuz şehirlerde işe başladık. Birimiz İstanbul’da birimiz Ankara’da..

Bir gün, canım ablacım burada işe girmeye çalışırken ben de iş yerimden ve iş arkadaşlarımdan sıkılmışken, ablamla birlikte aile ocağına dönmek istediğimi fark ettim. O gün bir rüya gördüm.

Kocaman bir tepsi dilek kurabiyesi geldi önüme. Hani Çin midir Japon geleneği midir, içinden fal gibi kağıtlar çıkan kurabiyeler var ya, onlardan. Masada da kocaman bir yapbozun parçaları var. Yavaş yavaş yapbozu oluşturmaya çalışıyoruz. Yanımda da Ankara’da çalışan bir arkadaşım var. Dilek kurabiyelerini açıp ters çevirdikçe yapbozu tamamlamaya çalışıyorum. Dilek kurabiyelerinin arkalarında yapbozun resimleri var çünkü. Sonunda masanın ortasında kocaman bir resim beliriyor. Bir şövalye prensese sarılmış öylece duruyor. Ama şövalyenin ve prensesin kim olduğunu göremiyorum. Bir parça eksik çünkü. Biraz arandıktan sonra masada kalan son dilek kurabiyesini buluyorum ama Ankara’da çalışan arkadaşım o kurabiyeyi saat 7’ye kadar açmamam gerektiğini söylüyor. Ben bekliyorum. Saat 7 olunca kurabiyeyi açıp yapboza yerleştirdiğimde şövalyenin eski arkadaşım, şimdiki sevgilim olduğunu görüyorum. Prenses de benim tabi ki :) Kurabiyeden çıkan kağıttaysa eşimin ismi yazıyor. Tamamlayan parçada yani.

Ertesi gün uyandığımda hala rüyanın etkisindeyim. Akşama Badem’i arıyorum. Rüyadan falan bahsetmiyorum tabi. Havadan sudan konuşuyoruz. En sonunda ona buraya döneceğimi söylediğimde o da burada işe başvurduğunu ve geleceğini söylüyor. Şaşırıyorum çünkü ikimizin de böyle bir düşüncesi yok eskiden..

3 ay sonra ikimiz de buraya dönüyor ve yeni işlerimize başlıyoruz. Liseden yakın arkadaşlarımızın bazıları da zaten burada çalışıyor. İstisnasız her gün buluşuyoruz. Çınaraltına gidip okey oynuyoruz, sinemaya gidiyoruz, evlerde buluşuyoruz. Baya da kalabalık bir gurubuz. Ama en yakın olarak Badem’le birbirimizi seçmişiz.

Bu şekilde 4 ay geçirdikten sonra 7 Ekim günü Badem bana bütün hislerini açtı ve birlikteliğimiz başladı.

Şimdi geriye dönüp de baktığımda bu hikaye çok etkileyici geliyor bana. Yapbozda eksik kalan parça, saat 7’de açmam gerektiği, Ankara’dan gelen arkadaş, birbirlerinin tamamlayıcısı olma durumu hep bir şeyler ifade ediyor şu anda ve içim titriyor.

Bütün bunları neden anlattım peki? :)

Geçenlerde bir arkadaşla yürüyüş yapıyoruz sahilde. Arkadaş dediğim daha yeni tanıştık ama çabuk ısındık. Geçtiğimiz senelerden bahsediyorum sohbet sırasında. Hava bahara dönmeye başladı ya, sahilde yürürken geçen sene öğlenleri çıkıp kitabımla çınaraltına gidip oturduğumu, yemek için eşimi beklediğimi anlatıyorum. İç geçiriyor yeni arkadaşım. Ne güzel diyor, evlisin ve hala kocanla öğlenleri buluşup yemek yeme hayalleri kuruyorsun..

Bütün bunları şu son cümle için yazdım aslında. Çünkü gerçekten bir insanın evli olup da öğlenleri ya da iş arasında herhangi bir zaman eşini görmek istemeyebileceğini düşünmemiştim. O yüzden, birlikte vakit geçirmekten çok hoşlandığım bir insanla evlendiğim için çok şanslı hissettim kendimi. Bir ilişkide ya da evlilikte bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü fiziksel, kimyasal işte ne derseniz, çekicilik zamanla kayboluyor. Aynı insanla 50 seneden fazla evli kaldığınızı düşünün. Birlikte vakit geçirmekten hoşlanmıyorsanız değil 50 sene, 1 sene bile katlanamayabilirsiniz.

Sonuç olarak ;

Bütün arkadaşlarımızın, gerçek dostlarımızın kıymetini bilelim :) Konuyla baya paralel bir sonuç oldu değil mi? :)

8 yorum:

cakiltasi dedi ki...

ne güzel yazmışsın çınarım. insanın kısmetinde varsa biri, döner dolaşır bulur seni. daha nice yılları birlikte geçirmeniz dileğiyle. ömür boyu mutluluklar dilerim ikinize de.
öptüm kocaman.

Öykücü dedi ki...

Yazdığın en güzel yazılardan biri bu.

Okuyunca tüylerim diken diken oldu:) Bildiğim bir hikaye olmasına rağmen:)

İnsanın en yakın arkadaşıyla evli olması bence de harika.Aşk,sevgi ve arkadaşlık birarada tadından yenmiyor:)

Kibar,yardımsever eniştemle beraber nice mutlu yıllara..

Kocaman öpüyorum..

Tabiat Ana dedi ki...

çınarcım,
yazın ne kadar içten ve samimi olmuş.Okurken çok duygulandım
Ben hayatta her insanın bir diğer yarısı olduğuna inanıyorum.Bizler diğer yarımızı bulmak için çaba sarfediyoruz mutlu olabilmek adına.Bazen bulduğunu sananlar da oluyor ama gerçekten bulanlar bunu kalbinde hissediyor ve işte böyle güzel anılara sahip olup sonsuza dek mutlu yaşıyorlar...Allah mutluluğunuzu daim etsin arkadaşım....
Birlikte olduğunuz her an böyle güzel anılar olarak kalsın hafızanızda.

cinar dedi ki...

@ Çakılım evet kısmetin önüne geçilmiyor bence de. Çok çok teşekkür ediyor darısı başına diyorum öyleyse :) Muck :)

@ Öykücüm teşekkür ederim. E artık usta kalemsin sen de. Yazımı beğendiğine memnun oldum dolayısıyla :) Sana ve Kirpiye ve tabi herkese sevdikleriyle birlikle nice mutlu yıllar olsun! Muck :)

@ Tabiatcım çok teşekkür ederim. Ruhun diğer yarısı hikayesine ben de çok inanıyorum. Hatta lise yıllığımda benim için bir şeyler yazan ilk arkadaşım da bu hikayeden bahsetmişti. Ben sürekli söyler dururdum çünkü. Şöyle bir şeydi : Tanrı insanları dört ayaklı dört kollu ve iki başlı yaratmıştı ama bir gün kızmış ve insanların üzerine yıldırım göndermiş. İnsanlar da ikiye bölünmüş tabi. O koşuşturmada herkes diğer yarısını kaybetmiş ve o gün bugündür hayatlarını diğer yarılarını aramakla geçirmişler. Umarım herkes tamamlayıcısını bulur.

Sevgilerimle..

Sıdıka dedi ki...

Cok etkilendim hikayenden ozellikle Ruya'dan. Omur boyu mutluluklar dilerim. Hep boyle kalin olur mu:)

Adsız dedi ki...

Bu ne ya, pembe dizi gibi :)

cinar dedi ki...

@ Sıdıka, çok teşekkür ederim. Evli değilsin diye biliyorum ama pot kırıyorsam düzelt, darısı başına diyeceğim. Sevgiler :)

@ Badem, evde görüşürüz canım! :)

Dört Yapraklı Yonca dedi ki...

yazdıkların çok güzel. Masal gibi. Hep inandığım; insanın arkadaşlığından keyif aldığı önce dost olduğu birisiyle evlilik yapmasıdır. Siz de buna güzel bir örneksiniz. Hep böyle sevgiyle kalın