16 Ekim 2007 Salı

Son zamanlarda neredeydim

Merhaba sevgili takipçilerim.. O kadar uzun zamandır yazamadım ki hala takipçim olup olmadığından emin değilim aslında..

Başım her zamanki gibi belada. Yine anlatacak çok şeyim, dalacak çok insanım, parçalayacak çok başıbüyüğüm var. Hep güzel şeylerden bahsedebilsem keşke. Mesela dün sonunda Ratatoulle'i seyredebildik Badem'le. Büyük bir hevesim de vardı güzel güzel anlatayım diye. Anlatacağım da ama ruhum o kadar sıkıldı ki..

Geçen hafta izindeydim bildiğiniz gibi. Öpüşen balıklarla geçen güzel bir tatil geçirdik Badem'le.

Dönüşümüzse tam bir kabustu. İşe Pazartesi günü öğleden sonra başladım. Masamın üzeri gelen malzeme faturaları, kontrol edilmesi gereken reçeteler, talep edilmesi gereken ilgisiz dilekçelerle dolu..

İlk gün zaten problem çözmeyle geçti. Bir de nöbet sırası bana gelmiş, bütün hafta ben nöbetçiymişim. Nöbet dediğim de icap nöbeti. İcap ettiğinde gelip eczaneyi açıyoruz yani. Dün iş çıkışı bir de pilates kursum vardı. Dışarda acaip bir yağmur var. O kadar ki kurs çıkışı Badem gelip beni alamayabilir, taksi çağırıp gideceğim. Neyse Dakyüz arabayla gelmiş o gün, o bırakmak için ısrar edince onunla eve döndüm. Eve girdim tak telefon çaldı. İş yerinden arıyorlar. Işıklar açık kalmış!!

SSK dönemindeyken her tarafı eczane olarak kullanılan ve eczane için yapılmış 3 katlı koca bir eczane binamız var. Hala da eczane binası olarak geçer. Ama biz ikinci katta tıkıldık kaldık. Üst katımızı arşive alt katımızı da sigorta servisine verdiler. Alt kat komşumuzla problemimiz yok, giriş çıkış kapılarımız ayrı çünkü bağlı bulunduğumuz kurumlar da ayrı. Onlar SSK, biz S.B.

Ama üst kat komuşumuz feci. Daha önce de yaşanmış bir vukuatımız var kendisiyle. Bunlar da hep seni mi buluyor diyeceksiniz. Hayır, ben onları buluyorum. Salaklığa ve haksızlığa tahammülüm yok çünkü..

Neyse, dün akşam, vukuat 2, üst kat komşumuz kendi mekanının ışıklarını ve camlarını açık unutmuş! Yağmur deli gibi. Mekan da arşiv mekanı. Sırf kağıt yani. Su görse ziyan olup gidecek. Ama yukardaki o kadar büyük insan ki ( yukarda ya, kendini harbi üst mevkilerde zannediyor) camları falan kapatmadan iş yerini terk edebiliyor. Bizim mekan da eczane. Başka bir deyişle para. Yani büyük sorumluluk.. Dolayısıyla pek bilinçli ve sorumlu üst kat komşumuzla mecburiyetten aynı kapıyı kullansak da tek anahtar bizde. E cam açık ne olacak. Nöbetçi eczacı var ya, o çağırılıacak cam kapatmak için. Ben yani. Bir numaralı amele.

Giderim tamam, ama cam falan kapatamam ben. Kim açık bıraktıysa o gelir, ben kapıyı açarım, o camını kapatır..

"Tamam" diyor nöbetçi memur "o da gelecek zaten."

Bu arada şoförün gelip beni alması için 40 dakika kadar yağmur altında bekliyorum. Evde beklemiyorum çünkü hemen geliyorum dediler. Safım ya çünkü. İyi niyetli bir salağım. Hemen geleceklerine inanıp dışarı çıkıyorum.. Neyse 40 dakikalık ıslak bir bekleyişten sonra meşhur eczane binasının önüne gidiyorum. Güvenlikçi arkadaş da geliyor. Ona soruyorum biri gelecek cam kapatmaya değil mi diye. Evet diyor bana. Birlikte bekleşiyoruz. Aradan 10 dakika geçince ben yine aramalarıma geçiyorum. Hep cepten.. Önemli değil. Memleket meselesi ya hemen çözmem lazım..

Meğer cam kapatmaya gelecek arkadaş, benle bekleşen güvenlikçi arkadaş! Ama memleketim insanı o kadar akıllı ki beni beklediğinin farkında değil!

Neyse bu konuyu da hallediyoruz. Kapıyı açıyorum. Güvenlikçi arkadaş ışık ve camları kapamaya gidiyor. Aradan 5 dakika geçiyor bir gelişme yok. Merak edip merdivenin altına gidiyor ve sesleniyorum. Yukarda bir kişiden fazla var. Sesler geliyor..

Meğer üst kattaki süper zeki komşumuz temizlik personelini kendi yerine odasında bırakıp işlerini ona devrediyor. Bizim safko da, üç kuruşluk maaşını kaybetmek korkusuyla amirinin sözünü dinliyor ve hiç işi olmamasına rağmen evrak düzenlemeye çalışıyor.

İşin acısı, bu dahi ayıcık arandığında bu konudan bahsetmiyor ve ben boşu boşuna özel yaşantımın 1,5 saatini hastane yollarında, sinir hastası olma yolunda harcayıp gidiyorum. Islanmışım ona mı yanayım, nöbetçi eczacıyım ama ilaç vermek yerine her türlü ıvır zıvır için bile nöbete çağırılabiliyorum ona mı yanayım, bu konuda koltuk meraklılarına tutanak tutup yolluyorum ama olumlu bir sonuç alamıyorum ona mı yanayım, sıcacık evimde oturup güzel güzel filmimi seyredememişim ona mı yanayım, o saate kadar aç kalmışım ona mı yanayım?

Bütün yaşadıklarım bundan ibaret de değil.. Bugün, işe başlamışım izinden sonra daha ikinci günüm, farkeder mi ayrı, her zamanki gibi mesai saatim bitince 17:00 da işten çıkmışım. Durakta minibüs yok. Mecbur taksiye atlamışız arkadaşla, çarşıya ineceğiz. 5 dakikalık çarşı ama biz daha ulaşamadan tak telefon. Nöbetçi memur yine nöbetçi eczacıyı arıyor. Yine ne var? Bir serviste ilaç bitmiş. Ne ilacı? Öksürük ilacı. Hayata haiz değil yani. Üstelik bugün aynı servise bir kaç şişe söz konusu şuruptan vermişiz. Ama olmaz diyor hemşire. O başka hastanın. Bir gece bir ölçek alıp idare edemeyiz. Niye?

Kılsınız çünkü kardeşim! O yüzden idare falan edemezsiniz de bu kıllık nereden geliyor onu anlayamadım.. Her türlü yardımı gösteriyoruz biz size. İlaçları tanımıyoruz diyorsunuz her birine ayrı ayrı poşet hazırlayıp üzerlerine isimlerini yapıştırıyoruz. Muadil ilaç bilmiyoruz diyorsunuz. Hepinizin elinde vademecum var oysa. Ama bakması zor geliyor. Neyse o da problem değil. Eczacı olan biziz. İlacı biz biliriz doğru deyip güzel bir muadil listesi hazırlıyoruz. Üstelik liste iki şekilde işliyor. İkisi de alfabetik. Birinden her ilaca tek tek bakıp muadillerini bulabiliyorsun diğerinden bir bakışta bir ilacın bütün muadillerini görebiliyorsun. Ama o da yetmiyor. Niyeyse anlayamıyorlar bir türlü..

Bu arada ben hala şoför bekliyorum. Bu sefer akıllıydım oysa, şoför gelmeden evden dışarı çıkmayacaktım. Ama aksilik bu ya, bu sefer evde yakalamadılar beni. Zaten dışardayım. Gelen şoförü haşlıyorum. Ama aslında onun hatası değil. Sonuçta hastanede tek nöbetçi şoför var ve bir hastayı hastaneye yetiştiriyor. Benimki mesele değil zaten de mesele ediyorlar işte. Neyse özrümü de diliyorum şoförden ama sinirlerim bozulmuş bir kere. Koca bir hüngürt çekip ağlıyorum. Deli gibi. Susturabilene aşkolsun. 1 senedir yaşıyorum işte ben bu problemi.

Yarın yine dilekçe günü. Zaten iş yerinde olmasa bile aşağı yukarı her gün bir yere dilekçe yazıyorum. Bir firmanın malı mı kusurlu, şapırt dilekçe, kargolar geç mi getirdiler, şapırt dilekçe. Adım dilekçeçi eczacıya çıktı. Ha bir de sıfırcı perihan var. O da benim! Adım perihan değil ama perihanın da bir mazisi var benim için :) O yüzden sıfırcı perihanım.

Yarın da eczaneleri teftişe çıkacağım. Bu sinirle kimle kapışacağım bilmiyorum. Çünkü eminim bir sürü aksaklık bulacağım ve tutanak yazmak da sıfırcı perihan ve dilekçeci eczacı olarak bana düşecek. Ne diyeyim hayırlısı..

2 yorum:

Öykücü dedi ki...

Çok hoşsun ayol:))

İş hayatı böyle sen üstlerine gittikçe onlar da senin üstüne gelir.Çevren de hakikaten manyak dolu.Özellikle şu üstündekini dövmeye gelmeyi düşünüyorum ciddi ciddi.

Allaından bulsun inşallah.

Çok öptüm.

cakiltasi dedi ki...

Çınarcım,
İnsanlarla uğraşmak zor senin işin de bol insan barındırıyor ne yazık ki. En sonunda nirvanaya ereceksin. Uzaktan insan bir şey yapamıyor dinlemek dışında maalesef çok kolay gelsin sana.
öptüm.