Sydney’e geçiş yapalım artık bitirelim şu Avustralya maceramızı. Melih’cim sağolsun yine biz gitmeden uçak biletlerimizi falan ayarlamıştı. Cuma günü Melbourne’den çıktık, zaten 1 saat sürüyordu yolculuk. Pazartesi de akşam döndük.
Sydney’de merkezde kalalım diye epey araştırma yapmış yine Melih (tabi ki yani!). Ve merkezde olan Oxford caddesinde bir apart bulmuş. Apart da ne aparttı. Melih’in evi kadardı. Odaların ikisinde de bir çift kişilik bir de tek kişilik olmak üzere 2’şer yatak vardı. Salonda da yatılabilecek tarzda bir kanepe. Yani 7-8 kişi rahatlıkla kalınabilirdi. Fiyatı da gecelik 110 ya da 130 Avustralya dolarıydı. Oldukça uygun yani. Amaaaaaaaaaa, meğerse gay mahallesiymiş orası :))) Gerçi benim için hiç sorun yoktu, herkes parlak, güleryüzlü vs. Bizim çocuklar korktular biraz. Bir elimden Badem diğer elimden Melih tuttu sürekli. Dışarıya mesaj verildi yani, tercihimiz kızlardan yana falan gibilerinden. Çocuklarda, şu adam bana göz kırptı galiba endişesi falan oldu, gariplerim benim :)
Sydney de çok güzeldi. Biz yayılabileceğimiz parkları bulduk hemen tabi. Zaten kaldığımız aparta da çok yakındı büyük parklardan biri. Sonra diğerlerini de gezdik. Ve tabi ki Opera Binası’na gittik. Görüntü çok güzeldi gerçekten de. Sydney’i de bizim boğaza benzettik :) Ama gerçekten çok benziyordu. İşte şunlar boğaza nazır yalılar, dur bakayım, şu da bizim Kız Kulesi değil mi yahu? Fotoğrafları eklediğimde hak vereceksiniz.
Sydney’de her yere yürüyerek gittik. Paddy’s Market’a gidin demişti apartta kaydımızı alan amca. Biz de dediğini yaptık ve gittik. Paddy’s Market, hani İstanbul’da hediye fuarı gibi şeyler oluyor ya, onun gibi. Ama her şey Japon işi gibi. Yani çok kaliteli şeyler yok ama hepsi de rengarenk, cıvıl cıvıl. Orada dolaşmak çok hoşuma gitti o yüzden :)
Sydney’e gidilince yapılacaklar arasında Manly Plajını görmek vardı bir de. Oraya da gittik. Okyanusa da orada girdik zaten. Amele yanıklarımızı da orada aldığımızı söylememe gerek yok herhalde :)
Buradan giderken güneş kremi falan almayı unutmuşum ben. Melbourne’de de hava öyle yakıcı güneşli olmadığı için Sydney’e giderken de aklımıza gelmedi krem falan. Neyse biz haydi plaja gidelim heyecanıyla mayoları geçirip plaja gittik. Limandan yarım saatlik vapur yolculuğu ile gidiliyormuş plaja. Vapur da çok keyifliydi çünkü şehri denizden görmek ve hayran olmak gibi bir fırsatımız oldu. Plajda baktık herkes sörf tahtalarıyla. Ama bizim gibi sade vatandaş da var. Deniz dalgalı olmasına rağmen girenler de var. Hadi dedik, buraya kadar gelmişiz, okyanusa girmeden gitmek olmaz (Denizden ne farkı varsa). Eşyalara mukayet olmak için Melih bekledi önce. Biz Badem’le girdik. Ama çok dalgalı olduğundan ben çok uzun süre suda kalamadım. Bir de Kaş’taki dalgalı denize girip boğulma tehlikesi atlatmıştım hatırlarsanız. Yok dedim ben çıkayım. Dalgadan ziyade, su geri çekilirken insanı da içine çekiyordu, o korkuttu beni. Ben bayrağı Melih’e teslim ettim tabi. Deniz sefamız bitince haydi sahili boydan boya yürüyelim dedi Melih. Peki dedik, ama çok rahatız ve akıllıyız ya(!) üzerlerimizi giyinmeden mayoyla yürümeye başladık. 1 saat kadar sürdü sanırım. Yerimize geldiğimizde o kadar yandığımızın farkında değildik tabi ki. Kıyafetleri giyip çantaları sırta alınca acısını hissettik. O arada bir de ayağıma diken batmaz mı? Eczane eczane dolaşıp cımbız aradık. Sonra da ben oturdum, Badem’le Melih de ellerinde cımbız, ayağımdaki dikeni çıkarmaya çalıştılar. Diken de diken olsa. Görünmüyor bile, ama üzerine basınca acaip acıyor. 15-20 dk sürdü sanırım onu bulup da çıkarmaları :)
Sanırım bu kadar anlatacaklarım. Artık biraz da seyrettiğim filmlerden bahsetmek istiyorum yaaaaa :)
2 yorum:
Çok güzel ya. Opera binası ile o plajı çok merak ettim. Birini filmlerden falan hatırlıyorum ama :))
Artık fotoğraf yükleyeyim en iyisi ya :))
Yorum Gönder