Nerede kalmıştım sevgili dostlar? Anlata anlata bitiremedim değil mi?
Yemeklerden sıkıldım artık. Biraz da genelden bahsedeyim.
Melbourne güzel bir yer. Şehir merkezi olarak geçen yer kalabalık. Yüksek binaları sadece orada görebiliyorsunuz. Tren ve tramvay başlıca ulaşım araçları. Birbirine paralel ve dik kesişen milyonlarca cadde var :) Yok elizabeth yok smith, yok queen yok kings derken hakkaten milyonlarca vardır sanırsam. Melih’in okulu merkezde olduğu için genelde oralaraı dolaştık. Yine okuluna çok da uzak olmayan Melbourne Akvaryum’a gittik bir gün. Biz hayatımızda ilk defa akvaryuma gittik. Böyle camdan koridor içinde büyük büyük balıkları gözlemlemek çok güzeldi. Çok sevdiğimiz imparator penguenlerini de yine bu akvaryumda gördük. Hayvanlar acaip “cool”lar. Sırtlarını bir döndüler bize, pozu yakala yakalayabilirsen. Çektiğimiz çoğu fotoğrafta sırtlarının her ayrıntısı görülebiliyor :) tabi ki her türlü hayvan camların arkasından size bakıyor. Ama özellikle balıkların içinde bulundukları camın bir kalınlığı vardı ki görmeliydiniz. Bademin kafasını baz alarak bir fotoğraf çektim anlaşılsın diye. Onun kafasından bile kalın (Badem kalın kafalıdır anlamında kullanmadım bunu, santim olarak kolay hesaplansın diye yazıyorum :) ).
Bilimum sürüngen, börtü böcek, balık (hatta köpek balığı bile) mevcuttu akvaryumda. Çok hoşumuza giden görüntülerden biri de koca bir vatozun bir balık adam tarafından elle beslenmesiydi. Hayvan o kadar büyük ki, adamcağızın elinde yiyecek olduğunu da biliyor ya, adamın üzerini bir kaplıyor, adam görünmüyor yani o kadar. Kıyıdan köşeden görülen de adamın el yordamıyla hayvanceyizin ağzını bulması ve balıkları lop lop yutturmasıydı :) İnsanlar bilerek beslenme saatini bekliyorlarmış zaten akvaryuma gitmek için. Bize de denk düştü işte şansımıza.
Bir başka gün Melbourne Hayvanat Bahçesine gittik. Orası da çok eğlenceliydi. Çok büyüktü bir kere. 3 saatte falan ancak dolaşmışızdır. Tavus kuşu haricindeki bütün hayvanlar yine cam ya da çit arkasındaydılar. Tavus kuşu insana zararsız bir hayvan olduğu için serbest bırakılmış, böyle çayırda çimende dolaşıyor korkusuzca. Ürkütmeden yanına gidip fotoğraf çektirmeyi ihmal etmedim tabi. Fotoğrafta biraz güdük çıktığım için burada yayınlayamayacağım :)
Bu hayvanat bahçesinde de yine çok sevdiğimiz maymungilleri, zürafaları, zebraları, filleri gördük. Bir de farklı tür penguenleri gördük. Bunlar minyatürdü. Böyle martı kadarcıklardı ve çok şekerlerdi. Paytak paytak yürüyüşlerine bayılıyorum ben zaten :) Tabi kıtaya özgü hayvanları da çok yakından görme şansımız oldu. Koala, kanguru, wombat, walabi gibi. Koalalar çok zavallı görünüyorlardı. Fotoğraftaki kadar sevimli görünüşleri var. Aslında çok garibanlarmış ya. Ben koalaları çok sevdiğim için onlarla ilgili bir sürü belgesel seyretmiştim. Bu belgesellerden edindiğim bir bilgi vardı. Bu hayvanceyizler sadece okaliptus yaprağı yedikleri, etobur olmadıkları için çok enerjileri olmuyormuş. Okaliptus yaprağından aldıkları enerjiyi de sadece yemek için harcayabiliyorlarmış. O yüzden acaip hımbıllar. Yemek yemedikleri zamanlarda sürekli uyuyorlar. Enerjileri yok garibanların, napsınlar…
Great Ocean Road turuna gittiğimiz zaman, şoför amcam her bir şeyleri anlattı bize. Hayvanlarla, bitkilerle, yollarla, ekonomik durumla, aklınıza ne gelirse, tüm yolculuk boyunca vıdı vıdı konuştu. Onun söylediklerinden de koalaların sağ ve sol beyinleri arasında bağlantı bulunmadığını, bu yüzden de küçükken örneğin sağ eliyle yemek yemeyi öğrendiyse, sağ elini bağlarsanız sol eliyle yemek yemeyi akıl edemeyip açlıktan öldüğünü öğrendik. Daha da üzüldük tabi bunu duyunca. Bir de çok hassas hayvanlarmış. Koalaların olduğu bölümlere girdiğinizde karşınıza bir sürü uyarı çıkıyor: Sessiz olun, koşmayın, bağırmayın, flaşlı fotoğraf çekmeyin v.s çünkü hayvanlar bundan ürküp strese giriyor ve ölüyorlarmış yine. Ne üzücü değil mi? :(
Melbourne’de iki tane tura katıldık. Melih’in bazı günler dersi vardı ve bizden birkaç saat ayrı kalması gerekiyordu. Biz gitmeden önce araştırmış turları. En çok beğenilen ikisi için de gidip isimlerimizi yazdırdı.
Bunlardan biri Great Ocean Road Turu idi. Kıtanın 4 bir tarafı okyanus ya, dalgalar bazı kıyıları aşındırmış, değişik şekiller oluşturmuş. İşte manzara güzel, deniz güzel, çayır çimen yemyeşil, dağda bayırda bir de başıboş dolaşan kanguruları falan görüyorsunuz. Güzeldi tur. Ama biz Türkiye’den gittik sonuçta. Bizim memleketimiz de çok güzel. Oradaki insanlara çok değişik geldi mesela bu tür. Ölüp bayıldılar resmen. Bize çok normal geldi. En güzel olanı koalaları doğal ortamlarında görmekti. Bir köy düşünün (ama bizimkiler gibi değil tabi). Şehirden uzak, yeşillikler arasında minik evler anlamında bir köy düşünün. Böyle aralarda okaliptus ağaçları var. Üzerlerinde birkaç tane koala görmek mümkün. Papağanlar da o dal senin bu dal benim uçuşup duruyorlar. Bir de renklerini görseniz. Parlak kızmılar, yeşiller, sarılar. Harika görünüyorlardı. Ama insanlar o kadar alışık kı bu görüntüye, benim memleketimin bazı insanları gibi yok şu koalanın ayağına bir ip bağlayıp eve götürüp evcilleştireyim, papağanı kendime bağımlı yapayım gibi düşünceleri yok. Herkes kendi ortamında acaip rahat. İnsanlar hayvanlara bu rahatlığı tanımış yani. En hoşuma giden noktalardan biri de buydu belki. İnsanların hayvanlara saygısı var yahu. Bizde insana bile saygı yok :(
İkinci tursa, yine aynı şoför amcam ve anlatılarıyla uzun zaman geçirdiğimiz Phillip Island Turuydu. Phillip adası penguenleriyle ünlüymüş. Bizim için diğer turdan çok daha keyifliydi o yüzden. Yine uzunca bir yol gittik. Penguenler gece çıkıyorlarmış zaten. Yemeklerini yiyip gece karanlıkta evlerine dönüyorlarmış. Bize de beklemek kaldı tabi. Adamlar sahile 3 grup oturak yapmışlar. Hani antik tiyatrolarda olur ya, o cinslerden. Ben ta Türkiye’den gitmişim, oturakta kalacak halim yok, penguenleri yakından görmeliyim diyerek gittim kumun üzerine oturdum. Herkes oturaklardaydı. Ortadaki alan bomboştu. İleri gidilmesini önlemek için çekilen ipin ucuna kadar gidip oraya oturduk. Biraz bekledikten sonra penguenler gelmeye başladılar. Ama bir baktım penguenlerin çoğu en sondaki bölümle ortadaki bölümün arasındaki patikadan geçiyorlar. Yok dedim bizimkilere. O kadar yol geldim, penguenleri daha yakından görmeliyim! Yok olmaz falan dediler başta. İnsanları rahatsız etmeleyim vs. İnat ettim ve diğer tarafa geçirdim onları da zorla. Ve penguenler elimi uzatsam dokunabileceğim yakınlıktan geçmeye başladılar :) İnanılmaz güzeldi ya. Böyle paytak paytak sağa sola baka baka yürüyorlar. Acaip şekerlerdi. Ama orada da hayvanlar ürkmesin diye fotoğraf, video çekmek yasaktı. Ya ama flaşsız falan demeleri dinlemediler. Yasak kardeşim! Zaten giderken şoför amcam da uyarmıştı. Fotoğraf çekmeye kalkmayın. Uzun yol geldiniz, arkanıza yaslanın ve sadece penguenlerin keyfini çıkarın :) Öyle de yaptık.
Penguenler küçük boydandı burada da. Bütün martılar da oraya üşüşmüştü sanki. Penguenler sudan çıkmadan önce hepsi de dizilmişti kumsala. Resmen bizimle birlikte beklediler. Birkaç penguen suda görününce hep birlikte çok sevindik. Zaten tek başlarına çıkamıyorlar korkularına. 5-6 kişilik gruplar halinde çıkıyorlar desem yanlış olur mu ya? Onlar da birer kişilik sayılmaz mı? :) İşte onlar çıkmaya çalışırken bir dalga geliyor, bunların hepsi labut gibi devriliveriyor :) Acaip şeker bir görüntüydü bu. Dalgadır, martıdır derken zaten bir grubun çıkıp evinin yoluna girmesi yarım saati buluyordu. Dalgadan kurtulanlar kumsalda azıcık ilerlediğinde martılar hareket etmeye başlayınca bizimkiler korkup hemencecik suya geri dönüveriyorlardı. İşte bunlar hakikaten de yaşanılası anlardı ya. Canım benim. Penguenler ne sevimli hayvanlar ya :)
Dönüş yolunda şoför amcam sordu : Great Ocean Road Turu mu, Phillip Island turu mu? Tabi ki Phillip Island dedik biz. Penguenlere bayıldık ya. Adam da bizim cevabımız karşısında bayıldı (Onun bayılması tam tersi yüzdendi gerçi) Nasıl ya, Great Ocean Road Turu değil mi falan diye inanamadı adamceyiz. Halbuse gelse Türkiye’ye, buraları bir görse bizi çok iyi anlardı. Canım Egem, Akdenizim, Karadenizim.. Aaah ah.
Bu arada turlardan birinde ortaokul öğrencileri benimle anket yaptılar. Zaten her gittiğimiz yerde bir öğrenci grubu vardı. Ama başıboş şeklinde değil. Okulla gelmişler. Eğitimin bu türlüsüne de hayran kaldık. Hayvanları kitaplardan göstermekten ziyade, yerine götürüp kendi gözleriyle görmelerini sağlıyorlar. Herkesin elinde defter, kalem. Ne görüyorlarsa, hocaları ne anlatıyorsa şıpır şıpır yazıyorlar. Ertesi gün sınav var belki de.
Neyse, öğrencilerden bir grup geldi, anket falan dedi, iyi dedim hadi yapalım. İşte nereden geldiniz vs gibi sorulardan sonra bomba soru geldi. Sizce Avustralyanın sizin ülkenize göre daha güzel olan şeyleri neler? Bismillah. Yavrucum önce sizce daha mı güzel diye sorsan daha iyi olmaz mı? Zaten daha güzel falan da demedim tam bir vatansever olarak. Bence benim ülkem çok güzel dedim kestirip attım valla :) Onlar da daha fazla soru sormadılar zaten :)))
Melbourne ile ilgili hatırladıklarım bu kadar sanırım.
Sırada Sydney var :)
Hamiş : Fotoğrafların devamını en kısa zamanda yükleyeceğim! :)
4 yorum:
yapıyorlar işte ya benim memleketimde de neler var seyirlik biz de kıymetini bilmeyelim çok sinir oluyorum...
yalnız fotoğraf da görmek isterdim ne yalan söyleyeyim :)
artık bir sonraki durak bol fotolu olur ki bizler de gezmiş görmüş kadar olalım değil mi ama :)
Çınarcım çok güzel anlatmışsın, büyük bir keyifle okudum. Ben de penguen ve koalaları çok severim. Kendini koalalara benzeten ben sen öyle koalaları acıyarak anlattıkça kendime çok üzüldüm. Niye dersen kendimle özdeşim kurdum ondan herhalde. :)
Çok güzel yerler görmüşsünüz ya. Kangurunun keyf çatmasına bayıldım :)))
@ Teşekkür ederim Funda. Aslında öyle çok fotoğraf var ki. Ama internet erişimi engellendiğinde bu yazıları yayınlayabilmek bile mutluluk kaynağıydı benim için. gerçi fotoğraflar için gücüm kuvvetim kalmadı :(
@ Ahimsa, fotoğraf da koyamadım ya, görmüş kadar olamamışsındır o yüzden :)
@ Vladimir, en sevdiğim fotolardan biri bu. Acaip bir oturuş, acaip bir keyif hakkaten :))
Yorum Gönder