Sonunda bir nöbetten canlı yayın yapmaktayım sevgili seyirciler :) Tabi bu yazıyı yarın sabaha yayınlamayı umarak yazıyorum bütün bu cümleleri..
Dün eşimle birlikte izin alarak il merkezine gittik pasaport çıkartmak için. Bunun giriş ve sonucu da ayrı yazılara konu olmalı aslında. Giriş çoktan yaşandı, sonuca gelemedik daha. Ama güzel sonuç için pasaportla ilgili "gelişme" macerasını yaşamalıydık.
Pasaport için neler gerekli?
İnternetten araştırıp gittik zaten. Ama son anda bir arkadaşımızı da arayıp ona da sorduk. O da yeni çıkarttı çünkü pasaportunu. Diploma mevzusunu ondan öğrenebildik böylece.
5 adet yeni çekilmiş 4,5*6 vesikalık
nüfus cüzdanınızın aslı ve 1 adet fotokopisi
Diplomanızın fotokopisi
Pasaport harç dekontu
Biz yola çıkmadan evvel İş Bankasına giderek bu harcı yatırmaya çalıştık. Ama kabul ettiremedik bir türlü. Daha önce sadece vergi dairesine yatıyormuş. Bankalar aracılığıyla harç yatırılmaya yeni başlanmış. O yüzden de biraz karışıklık yaşandı sanırım. Emniyet dekont isteriz derken banka da harç bedelini yatırmak için bir evrak getirmeniz gerekiyor dedi. Ama ne evrağı olduğu belli değil :) Biz de mecburen kalktık ile gittik (zaten diğer işlemleri de orada yaptıracaktık). İl Emniyet Müdürlüğü'ne başvurumuzu yaptık. Tabi ki dekont istediler :) Bankaya yatıramadığımızdan bahsedince vesikalıklarımızla aynı büyüklükte bir kağıda isimlerimizi yazıp ne kadar ödeyeceğimizi not edip parayı yatırmak üzere yolladılar bizi. Biz de bu sefer ildeki İş Bankası şubesine giderek sonunda harçlarımızı yatırabildik. O minik kağıtta harcı yatırabileceğimiz diğer bankaların isimleri de yazıyordu : İş Bankası, Yapı ve Kredi Bankası, Vakıf Bank, Şeker Bank, Oyak Bank, Ziraat Bankası.
Daha sonra tekrar emniyete gidip dekontumuzu ve diğer evraklarımızı verip başvurumuzu tamamlamış olduk. Sabahtan gelirseniz akşama pasaportunuzu veririz demişlerdi. Biz de akşama kadar gezinmeye karar verdik.
30 senedir aynı yerde yaşamamıza rağmen pek bilmiyoruz oraları. İşimiz olmadıktan sonra il gezmeye de hiç gitmedik doğrusu. Bilen arkadaşa da ulaşamadığımız için eşimle kafa kafaya verdik ve sonunda bildiğimiz bir yere gitmeye karar verdik : Amasra.

Hiç gittiniz mi Amasra'ya? Mutlaka gidin derim ben. Bartın'a bağlı, şirin, küçük bir yer. Salatasıyla ve lezzetli balıklarıyla ünlüdür. Geçtiğimiz senelerde Popstar türü yarışmalardan birinde ünlenen Barış Akarsu vardı. Sonra da trafik kazası geçirerek vefat etmişti hani. İşte o Barış da Amasra'lıydı. Belki o haberlerden de duymuş olabilirsiniz.
Aslında yaşadığımız yere 3,5 saat falan uzaklıkta. Ama hazır il'e gitmişiz, yakınlaşmışız Amasra'ya, zaten canımız da balık çekmekte. Vurduk arabamızı yollara.


Amasra'da Hoşafçı'nın Yeri'ni seviyoruz aslında. Size yabancı gibi davranmıyorlar en başta. Biraz salaş bir mekan. Gidip istediğiniz kadar oturabiliyorsunuz. Garsonlar kalkın gidin diye gözlerinizin içine bakmıyor yani, o şekil mekanlardan. Maalesef kapalıydı. Biz de ikinci seçenek olarak Canlı Balık'a gittik. Güzel salatamız eşliğinde leziz balıklarımızı yedik bir güzel.
Hava acaip yağışlıydı bu arada. Tahtacılar çarşısını falan öyle ağır ağır gezemedik. Amasra yolu üzerindeki Askeri Bölge'nin sınırları içinde kalan tavşanları da göremedik bu yüzden :(
Ben cumartesi, yani şehrimizde bana göre en güzel pazar olan gün, nöbetçi olacağımdan Amasra'da hazır pazarı yakalamışken yeşillik alışverişimizi de yaparak tekrar yola çıktık.
Emniyete geldiğimizde pasaportu hazır olanların isimleri okunuyordu teker teker. Sıra bize geldiğinde çok heyecanlıydık :) Senelerdir aklımızda olmasına rağmen ne yurtdışına çıkabildik ne pasaport alabildik çünkü. Pasaport demek yurtdışı hayallerimize bir adım daha yaklaşmak demekti ne de olsa :)
Sonuç olarak memurların söz verdikleri gibi 1 gün içerisinde bütün işlemleri halledip pasaportlarımızı alabildik.
Döndükten sonra da evle ilgili çok komik bir mevzu oldu. Bir süredir ev bakıyoruz. Şimdiki evimizi seviyoruz aslında ama, ev oldukça eski. İç mimarisi de eski tip o yüzden. Bütün odalar salona açılıyor mesela. Sevmediğimiz tek tarafı bu diyebilirim.
Neyse, işte biz geçen sene de ev arıyorduk ve bir eve baktık. Beton aşamasındaydı o zamanlar. 9 katlı, 18 daireli bir apartman. Yokuşta, dar yollu bir aradaydı. Araba parkı falan sorun olur dedim ben de. Evi yapan müteahhit sinirlendi bana. Bilmediğiniz işler hakkında neden yorum yapıyorsunuz falan diye. Ben de sinirlendim tabi. Göz var nizam var, gösterdiğiniz alana 18 araba sığmaz falan diye. Tabi evi falan almadık, adamla bir güzel atıştık ve ayrıldık oradan. Dün de, emlakçılardan biri bizi aradı bir ev diye. Tarif ettiği yerden o ev olduğunu anladık anlamasına da, nasılsa emlakçı gösterecek, bir de bitmiş halini görelim diye tamam dedik. Bir gittik, geçen seneki ukala adam karşımızda! Adam eşimi hatırlamadı ama doğal olarak beni hatırladı :) Pürüzler hep hatırlanır zaten. Sonra yine gezdik daireleri, adamdan fiyat istedik. Geçen senekiyle aynı fiyatı söyledi bize. Hem de kriz olmasına rağmen. Hem de daha önce size verdiği fiyattan epey düşük fiyata ev sattığını bildiğimiz halde :) Adam eve çok özendiği için satacağı kişileri de seçiyormuş meğerse :) Zaten bunu da duymuştuk daha önce. Adam sırf almayalım diye uçuk bir fiyat söyledi anlayacağınız :)))
Eve gelince yemek hazırlıklarına giriştim. Dostlarımız yemeğe gelecekti akşam. Yemek derken aslında maksat şarap eşliğinde sohbet etmekti. Şarabın yanına fırında makarna ve salata, yapıp kırmızı biber turşusu ve pancar turşusu çıkardım. Afiyetle yedik.
Hamiş : Pancar turşusunu da yeni yaptım. Aslında hiç sevmem ama eşim çok sever. Kendim yapınca tadına bir daha baktım. Çok hoşuma gitti bu sefer. Kendim yaptığım için midir bilmem artık :) Tarifi de
buradan aldım (sirkesi bizim ağız tadımıza göre biraz az geldiği için ben sonradan bir miktar sirke daha ekledim).
Hamiş 2 : Bu yazımı okurken dinlemeniz için yol boyu bize eşlik eden iki film müziğiyle başbaşa bırakıyorum sizi. İlki Finestra Di Fronte, La (Karşı Pencere) ikincisi 2046'dan...