25 Haziran 2009 Perşembe

25.06.2005 :)


“Nasıl evlilik teklifi aldınız?” diye sordu öğretmen. Kimi kıkırdadı bu soru karşısında, kimi huzursuzca kıpırdandı oturduğu yerde, kimi de hiç umursamadı.

- Sen anlat bakalım nasıl aldığını.
- Benimki çok özeldi burada anlatamam!
- …
- Peki, o zaman sen anlat.
- Ayyy benimki de çok özeldi, ben de anlatamam!
- Teklifin özeli nasıl oluyor sayın öğrenciler? Hep de böyle söylerler ben de hiç anlamam. Burada anlatılamayacak kadar özel ne olabilir ki yani? Ben de aldım evlilik teklifi. Evlenir misin dedi ben de evet dedim. Hayret yani.
- (Bana sormasın, bana sormasın hiç uğraşamam şimdi)
- Evet, sen söyle o zaman, sen nasıl aldın bu teklifi?
- (Haydaaaa!) Ben evlilik teklifi almadım..

Bütün gözler bir anda genç kadına çevrildi. Herkes onun evli olduğunu biliyordu. Nasıl yani, yoksa o mu kocasına evlenme teklif etmişti? Olacak şey değil!

- Ben evlilik teklifi almadım. Eşimle çıkıyorduk (çıkmak da ne demekse, aslında bu kelimeyi buraya yakıştırmıyorum ama flört demek de çok sosyetik geliyor :) ). Sonra bir anda, evlendiğimizde evimize şunu alırız bunu koyarız derken bulduk birbirimizi. Ve bir baktık “evet” diyoruz :=)

Ayyyy benimki de çok özeldi ama anlatıverdim işte burada :)

Velhasıl 4 sene geçti “evet” dememizin üzerinden :) Pembe panjurlu bir evde mi yaşıyoruz? Hayır. Masallardaki gibi mi geçiyor her günümüz? Hayır. Eh, ben prenses değilim eşim de prens değil, bir masalda yaşamıyoruz. Ama her şeye rağmen seviyoruz birbirimizi. Önemli olan da “için” değil “rağmen” sevebilmek değil mi? (birilerinin kulakları çınlasın). Elbette ara sıra tartışıyoruz, bazen ikimiz de tembellik edip iş bölümünden kaçıyoruz, birbirimizi sinirlendirecek eylemlerde bulunuyoruz :) ama sonuç olarak mutluyuz ve iyi ki diyoruz. Hayatımızı paylaşıyoruz ve paylaştıkça değerini artırıyoruz her şeyin. Başımıza iyi bir şey geldiğinde (bu otorup dondurma yemek de olabilir) keşke o da yanımda olsaydı diye düşünüyoruz.

İkinci velhasıl nice seneleri hep birlikte geçirmek istiyoruz.

Kutlu, mutlu olsun işte :)

Hamiş : İngilizce sohbet dersleri alıyordum ya geçen sene bir aralar, yukarıdaki sohbet de o esnada yaşandı :)

Hamiş 2 : imeem'den 30 saniyelik demolar haricinde bir şey çalamıyorum artık. nedendir bilen var mı acaba? ya da imeem alternatifi bilen var mı? :) O zamana kadar Queen'den Love Of My Life'ı dinliyormuş gibi yapalım hep birlikte :))

12 Haziran 2009 Cuma

True Blood



Yeni bir diziye başladık. Seyretmeye başladıktan birkaç dakika sonra başroldeki kız kim diye sordu Badem. I ıh tanıyamadım. Meğer bizim Rogue’muş :) (X-Men serisi)Çok değişik geldi bana ya. Dizi de böyle hem değişik hem basit geldi ama oturup seyrediyoruz yine de :) Hani mutlaka seyredin diyeceğim türden değil ama vakit geçirmek için güzel.



Başrollerdeki güzel kızımız Sookie (Anna Paquin) bir barda garson olarak çalışmaktadır. İnsanların düşüncelerini duyma gibi bir kabileyi vardır. Ama bunu yakın arkadaşları dışında kimse bilmez.



Sookie’nin abisi Jason (Ryan Kwanten) aklı fikri kadın kızda olan biridir. Bu yüzden başı da sıklıkla derde girer.



Sookie’nin patronu Sam (Sam Trammel) Sookie’den hoşlanmaktadır ama bunu ona bir türlü söyleyemez. Sookie’ye düşüncelerini okuyabileceğini söyler sürekli ama Sookie bu yeteneğini tanıdıklarının üzerinde kullanmamaya çalışmaktadır.



Sookie’nin yakın arkadaşı Tara (Rutina Wesley) da küçüklüğünden beri Jason’a ilgi duymaktadır ama bu başkalarıyla olması için onu engellemez.



Bir gün bara Vampir Billy (Stephen Moyer) gelir. Bütün gözler ona çevrilir. Sookie de şaşkındır ama bunun sebebi bir vampirin bara gelmesi değil hayatında ilk defa birinin düşüncelerinin sesini duyamamasıdır. Sookie Billy’yle ilgilenmeye başlar. Onun yanında sessiz, sakin ve huzurludur ama etrafındakiler hep onun yanıldığını düşünür. Ne de olsa Billy vampirdir. Üstelik kasabalarında katili meçhul cinayetler de işlenmeye başlamıştır.

Her bölümde ayrı bir olay var ama hep birbiriyle bağlantılı tabi. Yine de ortadan başlarsanız yukarıda yazdıklarım konuyu yakalamanız için yeterli olacaktır diye düşünüyorum.

11 Haziran 2009 Perşembe

Mesen Otel



Kaç haftadır haftasonumuzu değerlendirelim ve ya Bozcaada’ya ya da Melen’e falan gidelim diye plan yapıp duruyoruz. Ama benim nöbetlerim ya da başka mevzular yüzünden bir türlü gidemedik.



Bu hafta da aynı planlar için düş kuruyorduk, gerçekleşmeyeceğini anlayınca daha kolay bir plan yapmaya karar verdik ve şehrimize çok yakın olan Akçakoca’ya gittik. Orada da uzun süredir gitmek istediğimiz otellerden biri vardı : Mesen Otel.



Fotoğraflardan harika görünüyordu, yarım saatlik yol olmasına rağmen değişiklik olsun, yatılı gidelim diye karar verdik ve cumartesi sabah yola çıktık.

Ana yoldan bir yerlerden sapmanız gerekiyor. İşte o sapıştan sonraki yol hakikaten çok kötü. Yolun tamamı neredeyse tek arabalık ve oldukça dik. Üstelik bazı yerler çamurlu.



Sonuçta ulaştığımız yerin manzarası gerçekten güzeldi ama. Eşyalarımızı odamıza yerleştirdikten sonra hemen havuzun yanındaki çimenliğe koştuk ve şezlonglarımızda malak gibi yattık :) Evet, ihtiyacımız olan şey tam da buydu. Sevgili Tabiat Ana’nın önerisi olan kitaplardan birini okuyup bitirdim : Çizgili Pijamalı Çocuk. Kitap 204 sayfa olduğu için ancak okurum diye düşündüm ama yanılmışım. 1-2 saat içinde bitti kitap. Yedek kitap da götürmemiştim. Hemen Badem’in kitabına sulandım tabi, zaten okuyacaktım gerçi :) Ben Ferhan Şensoy’un Karagöz ile Boşverinbesi’sini okurken Badem de uyumuş oldu işte fena mı?



Otel, ismi otel olmasına rağmen otelden ziyade pansiyon gibi bu arada. Odalarda küçük bir banyo-tuvalet mevcut. Klima, TV falan yok. Tam kafa dinlemelik yani. Zaten manzarayı görünce odada kalmak istemiyorsunuz. Manzaraya karşı yatıp dalga sesleriyle uyumak ya da kitap okumak istiyorsunuz.



Mümkün olsaydı denize girmeyi de çok isterdik ama fotoğraftan da anlaşılacağı gibi deniz yosunumsu şeylerle kaplı. Ayaklarıma değdiklerini düşünemiyorum bile! Çakıllı olan ilk giriş kısmına ayaklarımızı soktuk ama, deniz baya ısınmış, çok sevindik :)

Akşam enfes yemeklerini yedik, sabah da kahvaltı sonrasında evimize geri döndük.

Pazar günü tam bir mutfak günüydü benim için. Badem kısır yaptı yaklaşık olarak her haftasonu yaptığı gibi. Ben yanına ilk defa paçanga böreği yaptım (tarif için Portakal Ağacı’na teşekkürler, ben biraz basitleştirdim), sonra dereotlu peynirli poaça ve tarçınlı cevizli kurabiye yaptım. Akşam için de lazanya yaptık birlikte. Haftasonu hem dinlenmeli, hem yemeli bir haftasonu oldu anlayacağınız. Sanki 1 haftalık tatile çıkıp gelmiş gibi hissettik. İnsan evinden 1 gün bile dinlenme amaçlı uzaklaşınca böyle oluyor sanırım. Biz sevdik bu işi :)

Hamiş : Huzur dolu tatile yakışır diye İncesaz'ı seçtim bu sefer. Dinlemeye doyamıyor insan :)

9 Haziran 2009 Salı

Midnight Meat Train, 2008 (6,5)



Sevgili Burcu Sezer’in filmlerinden sonra bu filmi de gereksiz korku kategorisine sokabiliriz sanırım. Böyle ne çok film var hakikaten de.

Filmimize bir trende başlıyoruz adından da anlaşılacağı üzere. Siyah-beyaz ve mavi tonlarda görüntüler var. Göz açıp kapayıncaya kadar görünüp kaybolan kanlı görüntüler ve hoop Leon (Bradley Cooper) ile tanışıyoruz.

Leon fotoğrafçılık konusunda sesini duyurmaya çalışmaktadır. Sevgilisi Maya’nın (Leslie Bibb) arkadaşlarından Jurgis’unsa (Roger Bart) bu konuda önemli bağlantıları vardır ve bir gün Leon’u hayranı olduğu Susan (Brooke Shields) ile tanıştırır. Leon’un iyi fotoğrafları vardır aslında ama kadının aradığı farklı bir şeydir. Leon’a daha girişimci olması gerektiğini söyleyerek onu geri çevirir.

Leon bu duruma içerler biraz. Gece sıkıntısından uyuyamaz ve makinesini eline alıp dışarı çıkar. Bir tren (metro) istasyonunda bulur kendini. Gelişigüzel fotoğraflar çekerken bağrışma sesleri duyar ve sese doğru ilerler. 4 erkek bir kızı sıkıştırmaktadır. Önce içgüdüsel olarak fotoğraflarını çeker Leon. Kızın acı çektiğini idrak edince fotoğraf çekmeyi bırakır ve olaya müdahale etmeye çalışır. Adamlarla gayet ters bir şekilde konuşur. Elebaşları sert bakışlar ve sert bir yürüyüşle Leon’a yaklaşır. Niyeti ayan beyan kötüdür ama Jason son anda kendilerini kaydeden kamerayı gösterince hiçbir şey yapmaz ve adamlarını çekip oradan ayrılır. Kız serbest kalınca Leon’a teşekkür eder ve istasyona gelen son trene atlar gider. Kız tam binecekken kapı kapanmak üzeredir hatta, bir adamceyiz elini kapıya koyarak durdurur ve kız içeri girer.

Ertesi gün gazetelerde bir haber vardır. Ünlü manken Nora (Erika Sakaki) kaybolmuştur. Leon bu haberi görünce çok şaşırır çünkü manken diye haberi yapılan kız tam da önceki gün fotoğraflarını çektiği kızdır. Leon sevgilisine de anlatır olanları. Polise gidip fotoğrafları verir ve kızı sıkıştırmaya çalışan adamların şüpheli olabileceğini söyler. Ancak polis de Leon’dan şüphelenir.

Leon haberin üzerine bu işle ilgilenmeye başlar. 2 senedir işlenen cinayetler hep aynı hat üzerinde olmaktadır ve bu da tren istasyonu hattıdır. Leon çektiği fotoğrafları da detaylı olarak inceleyince daha önce fark etmediği şeyler fark eder. Bütün fotoğraflarda hep aynı adam vardır. Tren istasyonunda manken Nora’nın trene binmesi için kapıyı tutan elde fark ettiği yüzüğü takmaktadır.

Leon adamdan şüphelenmeye başlar ve onu takip eder. Adam, Mahogany (Vinnie Jones), bir et kesimevinde çalışmaktadır. Leon bir yandan heyecanla fotoğraf çekmekte bir yandan da adamdan ürkmektedir. Mahogany de Leon’u fark ettiğinde artık o da Leon’un peşindedir. Yine de tren cinayetlerine devam eder.



İstasyonun tamamen boşalmasını bekleyip son trene aldığı yolcuların hepsini bir bir öldürüp kıyafetlerini özenle çıkartıp poşetleyip çıplak vücutları tanınamayacak hale getirmek için gözleri yuvalarından çıkarmak, diş ve tırnakları sökmek, şaçları kazımak gibi bilimum görevini yerine getirir.





Son seferindeyse Jason ve kız arkadaşı da trendedir. Zor uğraşlardan sonra adamı etkisiz hale getirir ikili ve son durağa kadar giderler. Zaten isteseler de inemezler çünkü bu son tren cinayet için ayrılmış özel bir trendir ve gideceği yer diğer duraklardan çok farklıdır.

Sonunu da yazmayayım artık değil mi? :) Ama bence bütünüyle gereksiz bir filmdi. Bazı fotoğraflar gerçekten çok iyiydi ama onları görmek için ille de seyretmeniz gerekmez.

Film 2008 yapimi ve Ryûhei Kitamura yönetmiş. IMDB'deki puanı tahmin edilebileceği gibi 6,5.



Başrollerdeki Leon rolündeki Bradley Cooper'ı biz özellikle Nip/Tuck adlı diziden tanıyoruz. Aslında daha önce seyrettiğimiz Wedding Crashers'ta da oynamış.



Azılı katilimiz rolğndeki Vinnie Jones'u aslında epey filmde seyretmişiz ama ben hatırlayamadım o filmlerden. Burada tam anlamıyla psikopat bakışlı, bir bakışla insanın kadını donduran derler ya, siniri gözlerinden akan bir adamdı. Mümkünse tanımayayım yani zaten :) Seyrettiğimiz diğer filmlerine gelince X-Men, Last Stand, Swordfish, Snatch, Gone ın Sıxty Seconds.



Güzel kız arkadaş rolündeki Leslie Bibb çok tanıdık geldi bana. Skulls, çok sevdiğimiz Wristcutters-A Love Story ve Iron Man seyrettiğimiz filmlerinden. Ama sanırım özellikle E.R. ve Nip/Tuck'taki rolleri nedeniyle çok tanıdık geldi bana.