26 Şubat 2009 Perşembe

Kitapseverler Derneği :)



Sevgili Evvel Zaman İçinde ve Serap güzel bir etkinlik başlatmışlardı. Kitapseverler derneği gibi bir şey :) Bildikleri kitapseverleri bir araya toplayarak kitap hediyeleşmesine olanak sağladılar.

Bu şekilde sevgili Denizanası’na ben seveceğini umarak kendi sevdiklerim arasından bir kitap seçip gönderdim. İdeefixe biraz geç gönderdiği için ben de azıcık gecikmiştim.

Dün de benim kitabım geldi. Sevgili Halim Kılıç, kendi beğendikleri arasından Hürrem’i (Erdem Sabih Anılan) göndermiş. Çok teşekkür ederim. Kargo poşetinden henüz okumadığım bir kitap çıktığı için memnun oldum :) Okuduğum zaman yorumlarımı yazacağım.

Emeği geçen herkese tekrar teşekkür eder selamlarımı yollarım :)

Hamiş : Kendi çektiğim otoğrafları henüz yükleyemediğimden ideefixe'ten aldım bu fotoğrafı.

25 Şubat 2009 Çarşamba

Cesaret İşi

Amaaaaaan! Şu işyerinde de bir gün geçmez ki olumsuz bir durum olmasın :(((

Bu sefer de geçici görevle başka hastanelere (İl merkezine) göndermeye çalışıyorlar içimizden birini. En son ben geldiğim için piyango da bana patlayacak büyük ihtimalle.

Zaten birkaç yıldır işyerimi seviyorum muhabbetinden itinayla uzak duruyorum :( Bu tip durumlar da (çok adilane bir çözüm getirilemeyeceğini düşünüyorum) iyice moralimi bozuyor. Çakılım da ne güzel haberler yazmış abisiyle ilgili. Benim de pılımı pırtımı toplayıp şöyle huzurluca mutluca yaşayabileceğim yerlere göç edesim var. Misal İzmir’e. Ama pek cesaretim yok bu konuda. Gideceğim yerde daha mutlu olacağımın garantisi yok çünkü. Hiç tanımadığın bir yerde, hiç tanımadığın insanlarla yepyeni bir hayata başlamak biraz ürkütüyor beni. Ama bu risk sonuçta. Bir gün alacağız da bu riski. Bu gidişatla çabuklaşacak gibi…

Ne diyeyim, hayırlısı olsun…

21 Şubat 2009 Cumartesi

Pasaport Maceramız

Sonunda bir nöbetten canlı yayın yapmaktayım sevgili seyirciler :) Tabi bu yazıyı yarın sabaha yayınlamayı umarak yazıyorum bütün bu cümleleri..

Dün eşimle birlikte izin alarak il merkezine gittik pasaport çıkartmak için. Bunun giriş ve sonucu da ayrı yazılara konu olmalı aslında. Giriş çoktan yaşandı, sonuca gelemedik daha. Ama güzel sonuç için pasaportla ilgili "gelişme" macerasını yaşamalıydık.

Pasaport için neler gerekli?

İnternetten araştırıp gittik zaten. Ama son anda bir arkadaşımızı da arayıp ona da sorduk. O da yeni çıkarttı çünkü pasaportunu. Diploma mevzusunu ondan öğrenebildik böylece.

5 adet yeni çekilmiş 4,5*6 vesikalık
nüfus cüzdanınızın aslı ve 1 adet fotokopisi
Diplomanızın fotokopisi
Pasaport harç dekontu

Biz yola çıkmadan evvel İş Bankasına giderek bu harcı yatırmaya çalıştık. Ama kabul ettiremedik bir türlü. Daha önce sadece vergi dairesine yatıyormuş. Bankalar aracılığıyla harç yatırılmaya yeni başlanmış. O yüzden de biraz karışıklık yaşandı sanırım. Emniyet dekont isteriz derken banka da harç bedelini yatırmak için bir evrak getirmeniz gerekiyor dedi. Ama ne evrağı olduğu belli değil :) Biz de mecburen kalktık ile gittik (zaten diğer işlemleri de orada yaptıracaktık). İl Emniyet Müdürlüğü'ne başvurumuzu yaptık. Tabi ki dekont istediler :) Bankaya yatıramadığımızdan bahsedince vesikalıklarımızla aynı büyüklükte bir kağıda isimlerimizi yazıp ne kadar ödeyeceğimizi not edip parayı yatırmak üzere yolladılar bizi. Biz de bu sefer ildeki İş Bankası şubesine giderek sonunda harçlarımızı yatırabildik. O minik kağıtta harcı yatırabileceğimiz diğer bankaların isimleri de yazıyordu : İş Bankası, Yapı ve Kredi Bankası, Vakıf Bank, Şeker Bank, Oyak Bank, Ziraat Bankası.

Daha sonra tekrar emniyete gidip dekontumuzu ve diğer evraklarımızı verip başvurumuzu tamamlamış olduk. Sabahtan gelirseniz akşama pasaportunuzu veririz demişlerdi. Biz de akşama kadar gezinmeye karar verdik.

30 senedir aynı yerde yaşamamıza rağmen pek bilmiyoruz oraları. İşimiz olmadıktan sonra il gezmeye de hiç gitmedik doğrusu. Bilen arkadaşa da ulaşamadığımız için eşimle kafa kafaya verdik ve sonunda bildiğimiz bir yere gitmeye karar verdik : Amasra.



Hiç gittiniz mi Amasra'ya? Mutlaka gidin derim ben. Bartın'a bağlı, şirin, küçük bir yer. Salatasıyla ve lezzetli balıklarıyla ünlüdür. Geçtiğimiz senelerde Popstar türü yarışmalardan birinde ünlenen Barış Akarsu vardı. Sonra da trafik kazası geçirerek vefat etmişti hani. İşte o Barış da Amasra'lıydı. Belki o haberlerden de duymuş olabilirsiniz.

Aslında yaşadığımız yere 3,5 saat falan uzaklıkta. Ama hazır il'e gitmişiz, yakınlaşmışız Amasra'ya, zaten canımız da balık çekmekte. Vurduk arabamızı yollara.





Amasra'da Hoşafçı'nın Yeri'ni seviyoruz aslında. Size yabancı gibi davranmıyorlar en başta. Biraz salaş bir mekan. Gidip istediğiniz kadar oturabiliyorsunuz. Garsonlar kalkın gidin diye gözlerinizin içine bakmıyor yani, o şekil mekanlardan. Maalesef kapalıydı. Biz de ikinci seçenek olarak Canlı Balık'a gittik. Güzel salatamız eşliğinde leziz balıklarımızı yedik bir güzel.

Hava acaip yağışlıydı bu arada. Tahtacılar çarşısını falan öyle ağır ağır gezemedik. Amasra yolu üzerindeki Askeri Bölge'nin sınırları içinde kalan tavşanları da göremedik bu yüzden :(

Ben cumartesi, yani şehrimizde bana göre en güzel pazar olan gün, nöbetçi olacağımdan Amasra'da hazır pazarı yakalamışken yeşillik alışverişimizi de yaparak tekrar yola çıktık.

Emniyete geldiğimizde pasaportu hazır olanların isimleri okunuyordu teker teker. Sıra bize geldiğinde çok heyecanlıydık :) Senelerdir aklımızda olmasına rağmen ne yurtdışına çıkabildik ne pasaport alabildik çünkü. Pasaport demek yurtdışı hayallerimize bir adım daha yaklaşmak demekti ne de olsa :)

Sonuç olarak memurların söz verdikleri gibi 1 gün içerisinde bütün işlemleri halledip pasaportlarımızı alabildik.

Döndükten sonra da evle ilgili çok komik bir mevzu oldu. Bir süredir ev bakıyoruz. Şimdiki evimizi seviyoruz aslında ama, ev oldukça eski. İç mimarisi de eski tip o yüzden. Bütün odalar salona açılıyor mesela. Sevmediğimiz tek tarafı bu diyebilirim.

Neyse, işte biz geçen sene de ev arıyorduk ve bir eve baktık. Beton aşamasındaydı o zamanlar. 9 katlı, 18 daireli bir apartman. Yokuşta, dar yollu bir aradaydı. Araba parkı falan sorun olur dedim ben de. Evi yapan müteahhit sinirlendi bana. Bilmediğiniz işler hakkında neden yorum yapıyorsunuz falan diye. Ben de sinirlendim tabi. Göz var nizam var, gösterdiğiniz alana 18 araba sığmaz falan diye. Tabi evi falan almadık, adamla bir güzel atıştık ve ayrıldık oradan. Dün de, emlakçılardan biri bizi aradı bir ev diye. Tarif ettiği yerden o ev olduğunu anladık anlamasına da, nasılsa emlakçı gösterecek, bir de bitmiş halini görelim diye tamam dedik. Bir gittik, geçen seneki ukala adam karşımızda! Adam eşimi hatırlamadı ama doğal olarak beni hatırladı :) Pürüzler hep hatırlanır zaten. Sonra yine gezdik daireleri, adamdan fiyat istedik. Geçen senekiyle aynı fiyatı söyledi bize. Hem de kriz olmasına rağmen. Hem de daha önce size verdiği fiyattan epey düşük fiyata ev sattığını bildiğimiz halde :) Adam eve çok özendiği için satacağı kişileri de seçiyormuş meğerse :) Zaten bunu da duymuştuk daha önce. Adam sırf almayalım diye uçuk bir fiyat söyledi anlayacağınız :)))

Eve gelince yemek hazırlıklarına giriştim. Dostlarımız yemeğe gelecekti akşam. Yemek derken aslında maksat şarap eşliğinde sohbet etmekti. Şarabın yanına fırında makarna ve salata, yapıp kırmızı biber turşusu ve pancar turşusu çıkardım. Afiyetle yedik.

Hamiş : Pancar turşusunu da yeni yaptım. Aslında hiç sevmem ama eşim çok sever. Kendim yapınca tadına bir daha baktım. Çok hoşuma gitti bu sefer. Kendim yaptığım için midir bilmem artık :) Tarifi de buradan aldım (sirkesi bizim ağız tadımıza göre biraz az geldiği için ben sonradan bir miktar sirke daha ekledim).

Hamiş 2 : Bu yazımı okurken dinlemeniz için yol boyu bize eşlik eden iki film müziğiyle başbaşa bırakıyorum sizi. İlki Finestra Di Fronte, La (Karşı Pencere) ikincisi 2046'dan...

20 Şubat 2009 Cuma

Şimdi Yazmak Zamanı



(Fotoğraf şuradan alınmıtır)

Günlerdir, haftalardır seyrediyorum bir türlü bitiremedim Kavak Yelleri'ni. Bir yandan da bitmesini istemiyorum o ayrı. Ama daha da bitiremem zaten. Yeni bölümleri hala yayınlanıyor ne de olsa..

Haftasonu nöbetçiyim. Yani tam bir (kocaman, koskocaman biiir) cumartesi günü işyerinde olacağım. Bu da dizilerimi vs seyretmek için istediğimde 24 saatimin olabileceği anlamına geliyor. Bunu idrak ettiğimde sevince boğulmuştum ki, diziyi her açtığımda ben seyretmiyorum nasılsa diyerek ıvır zıvır işlerle uğraşan eşim sonunda içindekine yenik düştü ve o diziyi ben de seyrediyorum bir kere dedi :) Meğer istemem yan cebime yapmış şimdiye kadar. Fasulye :)) Sanırım Grey's Anatomy'i seyrederim bu haftasonu.

Gerçi düşündüğüm kadar çok vaktim de olmayacak. 2 martta tiyatromuz var ya, provalarımız gittikçe sıklaştı. Her hafta Çarşamba, Cumartesi ve Pazar yapıyoruz artık. Bu haftasonu olacak provalar için de yine işyerimizin yemekhanesinde karar kıldık. Dizilerimi seyredemesem bile en azından matrak geçebilecek 1-2 saatim olacak.

İnsanları da hiç anlamıyorum. İnsanlarda hoşlanmadığım / nefret ettiğim diyebileceğim yüzlerce madde sıralayabilirim belki de. Şu bizim tiyatrodaki tipler mesela. Arkadaşım bir insan bu kadar mı sorumsuz olur? Her prova için kararlaştırılan belli saatler var. Haftaiçleri 16:00 da, haftasonları 15:00 da. Birkaç kişi dışında kimse de vaktinde gelmiyor. Bir de oyunlar bir iki kişilik değil ki. Ekip tamamlanmadan oynamanın anlamı olmuyor. Ama tipler de gelmeyince otur bekle. En sinir olduğum şey! Bir sorun vardır, olağanüstü bir durum vardır, arar bildirirsin geç kalma mazeretini, biz de senin bulunduğun oyunu atlar bir sonrakine geçeriz falan filan. Ama yok. İnsanlarda sorumluluk duygusu yok ki. Biri arasa diğeri aramıyor zaten. Her oyunu çakma oyuncularla oynuyoruz gerçek oyuncular gelene kadar. Geçen hafta 5 rolde birden oynadım misal. Benim durumunda olan bir sürü insan da vardı tabi..

Bir de insanların soğuk nevale olmalarına sinir oluyorum. Hani ilk görüşmede çok sıcak olamayabilirsin karşındakine vs, o ayrı mesele. Ama bir insan sana güleryüzle günaydın, merhaba gibi şeyler söylüyorsa anlamsız bakışlarla süzmezsin karşındakini ya. Süzer misin? Hani büyük alışveriş merkezlerinde falan kapıda güvenlik olur ya, çok dikkat ediyorum, giriş çıkışlarda kimse merhaba, kolay gelsin gibi şeyler söylemiyor. Tamam söylemesin. Ama ben söylüyorum ve o güvenlikçiyi düşünüyorum. Gün içinde böyle şeyleri kaç kişiden duyuyor olabilir mesela diye. Belki bir belki iki. Taş çatlasa beşi geçmeyeceğine eminim (bizim memleketten bahsediyorum bu arada, hani küçük bir yer anlamında). Ama o bir belki iki kişiye aynı samimiyetle karşılık veren güvenlikçi de yok. Hayret bir şey yani. Ama katışıksız polyannacılığımdan vazgeçmeyeceğim.

Böyle deyince aklıma İstanbul'da çalıştığım zamanlar geldi. Koskoca fabrika. Bir sürü eleman var. Güvenlikçisi ayrı, şoförü ayrı, departmanlarda çalışanlar, aynı servisi kullananlar ayrı (bunu daha önce yazmış mıydım yoksa ya? Yazdıysam biri beni dürtsün). Bizim duraktan binen 3 kişiyiz. Ben hepsini gördüğümde de sabahın 6,5'u olmasına rağmen güleryüzle selamlıyorum. Ama onlarda tık yok. Servise her bindiğimde kocaman bir günaydım yüklüyorum servis arkadaşlarıma. Ne şoförün ne yolcuların umrundayım. Millette sabah sabah seni hiç çekemeyiz durumları var. Ben de küçük kasabasından yeni gelmiş biriyim ya, İstanbul henüz beni yutmamış, her seferinde aynı şeyi tekrarlıyorum. İlk bir ay aynı şekilde geçti. İkinci ay önce durak arkadaşlarım günaydın demeye başladı bana. Daha sonra yolculardan tek tük günaydın sesleri yükselmeye başladı. Ve sonunda çoğunluk bir ağızdan günaydın demeye başladı ben servise bindiğimde. İnanın şoför bile arkasını dönüp günaydın diyordu yahu.

Tam 9 ay çalıştım o iş yerinde. Sonra birden memleketime geri dönmeye karar verdim. Burada çalışmaya başladıktan yaklaşık 1 sene sonra İstanbul'a gittiğimde eski işyerimi ziyarete gittim. Güvenlikçilerden biri hoş geldiniz Çınar Hanım dedi bana. Kulaklarıma inanamadım. 1 sene geçmiş olmasına rağmen beni, dahası ismimi hatırlıyordu. Sonra içeri girerken şoförlerden biriyle karşılaştım ve ondan da hoş geldiniz Çınar Hanım lafını duydum. Nasıl mutlu oldum anlatamam.. iş yerimdeki çoğu insan da aynı şekilde karşıladı zaten.

Aradan yıllar geçti.. Tabi hala ilaç işindeyiz ya, ara sıra firmaları arayıp faturayla vs ilgili birkaç şey sormak lazım geliyor. Bu sefer eski iş yerimi aramam icap etti ve Satın Alma bölümünü aradım. Kendimi tanıttım ve karşımdaki ses, daha önce burada çalışan Çınar sizdiniz değil mi dedi :)) Buradan kendisine de selamlarımı yolluyorum :))

Amma da yazdım bugün ya. Tam günlük gibi oldu yani. Bıdı bıdı bıdı :)))

Hamiş : Bir sonraki yazı konusu : pasaport maceramız :)

12 Şubat 2009 Perşembe

Dörtlü sobe



(fotograf şuradan alınmıştır.)

Dün gece nöbetçiydim. Nöbetten canlı yayın yapayım dedim, birkaç paragraf da yazdım aslında ama iş yerinden sadece blog okuyabiliyorum maalesef. Yazı yayınlayamıyorum, yorum yayınlayamıyorum. O yüzden yine günü gününe bir yazı yazamadan/yayınlayamadan karşınızdayım sevgili seyirciler :))

Birkaç blogda görüp de pek hoşuma giden bir sobe olayı var. İlk Çakıl'ımda görmüş ve ben de yazmak istemiştim. Hazır nöbetimin iznini bulmuşum, bilgisayarı boş bulmuşum, Döne sağolsun temizlik işlerini bitirmişim, e daha ne bekliyorum değil mi? Öyleyse hemen sıralayayım ben de:

**Yaptığım 4 iş:

8 senedir çalışıyorum ama bu ikinci iş yerim. Çok geniş bir yelpazem yok. Diplomamla çalışmak istediğim zaman yapabilecek çok işim de yok zaten. İkisinde de eczacı olarak çalıştım malum :)
1. si : Bir ilaç firmasında Kalite Güvence bölümünde çalıştım 9 ay kadar.
2. si : Daha sonra da şimdiki iş yerimde çalışmaya başladım. Yani devlet hastanesinin eczanesinde.

**Defalarca seyredebileceğim 4 film :

Buna cevabım epey kalabalık olur aslında ama 4 ile sınırlamaya çalışayım madem:
1. si : Fountain (uzun uzadıya bahsetmedim daha önce, ama çok sevdiğimden bahsettim birkaç yazımda, başrollerde güzeller güzeli Rachel Weisz ve Hugh Jackman var).
2. si : Star Wars serisi. Özellikle de Darth Vader'ın nasıl Darth Vader olduğunu anlatan 3. bölüm (Revenge Of The Sith).
3. sü : Up Close&Personal (bu filmi herkes çok sevmez ama milyon kez seyrettim. hepsini de aynı beğeniyle seyrettim üstelik, başrollerde Michelle Pfeiffer ve Robert Redford var).
4. film : Hmm bu son hakkım, şöyle bir kez daha düşüneyim.. Aslında hem Matrix serisi hem de Lord of the Rings serisi demek istiyorum. 5 film olsun napalım artık.

**Yaşadığım 4 yer :

Yine benim için oldukça kısıtlı cevaplar gelecek bir soru.
1. yer : doğup büyüdüğüm ve halen yaşamakta olduğum Ereğli.
2. yer : Üniversite için gidip 1 sene de çalışarak toplamda 5 yılımı geçirdiğim İstanbul.

**Seyrettiğim 4 televizyon programı :

1. si : (diziler buna dahildir sanırım) Kavak Yelleri
2. si : cnbc-e'nin aşağı yukarı bütün dizileri
3. sü : yakaladıkça Haydi Gel Bizimle Ol ve
4. sü : yakaladıkça Sade Vatandaş

**Tatil için gittiğim 4 yer :

Kaş
Datça
Ayvalık
Fethiye

Kalbimiz genelde Ege'den yana. Bir çocuğumuz olursa ismini Ege koyabiliriz yani o kadar. Ama tatil deyince Fethiy'yi de asla es geçemem. Yaklaşık 4 senedir evliyiz ve 4 senedir her tatilimizin 1 haftasını mutlaka Fethiye'ye ayırdık.

**En sevdiğim 4 yemek.

Allaaaaaaaaaah! :) Aslında bütün hamur işlerini sayabilirim hemen şu anda :)
Mantı
Fırında makarna
Menemen
Balık

**Hemen şimdi olmak isteyeceğim 4 yer :

Eşimle birlikte Küba ya da İspanya seyahatinde
ailemle (annemler, ablamlar falan) birlikte herhangi bir yurtdışı seyahatinde
Kız arkadaşlarımla birlikte herhangi bir yurtdışı seyahatinde
evimizde (şu an evdeyim zaten, oh misler gibi :)

**Bir yağmur damlası olsaydım düşmek isteyeceğim 4 yer:

Suya muhtaç herhangi bir çocuğun elindeki boş bardağa
Susuzluktan kavrulan ağaçların köklerine,
Su bekleyen barajlarımıza ve
kimyasal bir tepkime başlatması beklenen balon jojenin içine :)

Hmm cevaplarını merak ettiğim değerli blog arkadaşlarım var. Aslında herkes yazsa çok mutlu olacağım. Cevaplar mısınız ne dersiniz? (Cevaplamazsanız tek tek isim de yazabilirim :))

9 Şubat 2009 Pazartesi

Hönk!!!

üzüntü ve muz kabuğu sevgili seyirciler. Cuma günü nöbet bende. İş çıkışı tıpış tıpış gideceğim nöbet odasına. Badem yemek getirecek. Ondan sonra da gidecek. Zaten yatılı nöbete geçtiğim o kısacık anda, yokluğumda gidilecek yerler, yapılacaklar planlandı. Köfte :)

Bu Cuma için de rakı sefası konusunda anlaşıldı. Tam köfte işte :)

Dün çok heyecanlıydım. Bugünse heyecanımdan eser yok. Tam tersi bir bıkkınlık söz konusu. Canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Yine yazamadım epeydir. Geçenlerde Ben-Hur seyredelim dedik. İlk dvd bitti. Bilenler bilirler, kendisi tam 3 dvd'den oluşur. Epey uzun sürüyor yani. Üzerinden neredeyse 1 hafta geçti. Hala oturup da devamını seyredemedik. Bu gidişle ilkini de tekrarlamak zorunda kalacağız.

3 ay önce spora yazılmıştık. Hatta buradan "kendim için son zamanlarda yaptığım en iyi şey" diyerek haber vermiştim. Gayet de başarılı bir biçimde sürdürdük gidişlerimizi. Ama 3 ayda ne gibi bir değişiklik var diye sorarsanız, merdiven çıkarken hala yoruluyorum. Dahası kısa yol bile yürüsem hemen bu yürüyüşü durdurarak otobüse binmek falan istiyorum. Kilo vermek için gitmiyorum ama merak edenlere söyleyeyim 3 aydır kilomda da bir değişiklik yok :) Spora kilo vermek için gittiğimi düşünenleri de esefle kınıyorum. Özellikle belirli bir yaşın üzerinde olanlar (misal annem ve arkadaşları) ısrarla kilo vermeye ihtiyacım olmadığını, spora gidiş nedenimi bir türlü anlayamadıklarını söylüyor. Ben de ısrarla sağlık için, bel ve sırt ağrılarım desem de her karşılaşmada aynı sözler sarf edilmeye devam ediyor. Hadi annem neyse de, size ne oluyor be kardeşim? (bu söz annemin arkadaşları, komşular için söylenmiştir).

Araba maceralarım da zaman zaman devam ediyor. Geçtiğimiz haftasonu cumartesi sabah 8 de çıktık Dakyüz'le. 1 saat kadar boş yollarda dolandım geldim. Yol boşken araba kullanmakla ilgili bir problemim yok zaten. Ama işte karşıdan araba gelirse çok feci korkuyorum.

Tiyatro çalışmalarımız da devam ediyor. Hatta bir değişiklik olmazsa 2 Mart'ta sahnelenmek üzere anlaşılmış AKM ile. Biraz heyecan var açık söyleyeyim. Ama aylardır çalışıyoruz. Üstelik zaman kısıtlı olduğu için 1 aydır hem cumartesileri 3-6 arası hem de Çarşambaları iş çıkışı çalışmalara devam. Bu da benim için oldukça bunaltıcı. Cumartesi tüm gün gidiyor bir kere :( Neyse, umarım iyi bir oyun çıkartırız da tüm bunlara değer.

Sonracıma son tuttuğum icap nöbetinde şöyle bir olay yaşadım:

X : Eczacı hanım size bir şey söyleyebilir miyim?
Cinar : He söyle, nedir?
X : Ayağınızın altında fare var.
Cinar : Hönk!!

Hamiş : Bir dahakine nöbet esnasinda canli yayin yapacağım sevgili seyirciler. 3- 5 gün sonra yaziyi yayinlayinca bir garip oluyor :))