30 Ağustos 2007 Perşembe

Bir kitabın sonuna daha geldik, sıradaki!

Bir kitap daha bitirmiştim. Elime almamla bırakmam arasında o kadar az zaman var ki.. Archer yapmış yine yapacağını. Bu kadar mı heyecanlı yazılır.. Gözlerim artık okuma da dinlen diye diye okudum bitirdim bir çırpıda :)) Ama çoooooook güzeldi, elimden bir şey gelmezdi, sonunu öğrenmeliydim..

Jeffrey Archer'ın 13 kitabını buldum (internette). Son okuduğum kitabı Onur Meselesi ile birlikte 7 tanesini okumuşum zaten. 1 tane de okumadığım var evde. Demek ki almam gereken 5 kitabı daha var. Tabi şimdilik. Amcam yazıyor da yazıyor. İyi ki de yapıyor. Ben çok memnunum :) Kendisini benimle tanıştıran öykücüme teşekkürü bir borç bilir gözlerinden öperim..

29 Ağustos 2007 Çarşamba

Get Real

Eveeeeeeeeeet gelelim Get Real'a..

Yine cnbc-e dizilerinden. Belki de en güzeli diyesim var ama diğerlerini de düşününce her birinin ayrı bir yeri var ya. En güzeli diye ayırmaya gerek yok, hepsi de çok güzel işte..

Bu dizinin şöyle bir farklılığı var tabi. 3 çocuklu bir ailenin çocuklarına gerçekten de her şeyin en doğrusunu öğretmeye çalışmaları gibi bir farkı var. Ki bence bu onu şimdiki dizilerin bin kat üzerine çıkarıyor. Ben diziye her seyrettiğimde "Evet işte ben de böyle bir anne-baba olmalıyım" diye düşünürdüm. O zamanlar Badem yoktu o yüzden sadece "ben" vardım.

Resimleri http://www.images.google.com/ dan aldım. Buna göre hemen sıralayayım.
Efendim öncelikle efendi babamız Mitch Green (Jon Tenney) var sırada. Filmografisine baktığımızda bu muhteşem dizi yanında CSI ya da WITHOUT A TRACE gibi yine severek seyrettiğim dizilerde de rol aldığını görüyor ama o dizilerde kendisini hatırlayamıyoruz.. :)

İkinci sıraya sevgili annemizi koyalım. Mary Green (Debrah Farentino). O da bir sürü dizide rol almış ama onları seyretmediğim için yorum yapamayacağım. Ama bu dizide örnek bir anneydi gerçekten. Ve de sevgi dolu bir eş..


Eveet kahramanlarımızdan, tatlı ailemizin en küçük oğulları sevgili Kenny Green (Jesse Eisenberg) The Villiage'da da oynamış kendisi. Sanırım hatırlıyorum ya. Her filmde ahanda bunu bir yerden tanıyoruz diyip de nerden bildiğimi bir türlü hatırlayamadığım o kadar insan var ki. Balık hafızalıyım biraz. İyi bir çocukcağız işte bu Kenny.


Cameron (Eric Christian Olsen) Kenny'nin abisi. Çok tanıdık bir yüz evet. ER'da, Smallville'de bile oynamışlığı var. Başı sürekli belaya giren, babasının yardımlarına ihtiyaç duyanlardan biri :)

Meghan (Anne Hathaway) Kenny'nin ablası. Diziden sonra şansı en çok açılan belki de o. Meşhur oldu tatlı kızımız. En son The Devil Wears Prada'da görmüştük kendisini. Daha önce de Brokeback Mountain, The Princes Diaries serisinde de seyretmiştik. Şimdi Becoming Jane'i bekliyoruz..



Böyle işte. Bu üç kardeş aynı okula giderlerdi. Başları belaya girerdi. Yok kız arkadaşlar yok erkek arkadaşlar derken hep birlikte çok nasihatlarını dinledik Mitch ve Marry Green'in. Aaaaaaaah ah..

28 Ağustos 2007 Salı

Yemek telaşı ve babaannem..

Dün babaannem, bademin anneannesi ve onun kuzeni (o da anneannelerle yaklaşık yaşlarda) ve tabi annemle babam yemeğe geldiler.

Anneannemiz ve kuzeni misafirlikten geldikleri için (gerçi anneanne her gelişinde aynı şey olur) karınları tokmuş ama yine de sofraya oturttuk. Ne de olsa adı yemeğe gelen misafirlerdi. Tok ağırlamak da zor oluyor, atalarımız boşuna dememiş..

Babaannemse ben diyeyim 4 siz deyin 5 kere gelmiştir Ereğli'ye. Biz iki senedir evliyiz, ilk defa evimize geliyor. Pazar günü köyden geldi annemlere. Dişlerini de çektirmiş garibim. Daha takamamışlar protezi. Öyle dişsiz dişsiz geziyor. Ne yer ne içer ben bir telaş yaptım tabi. Kadıncağızın dişi yok, ezemez, koparamaz, neredeyse çiğneyemez. Sadece yutar.. Hemen çorbaya giriştim. Yumuşak olur diye mantı pişirdim. Zeytinyağlı dolma falan araklamıştım daha önce annemden. Haftasonu denemek için alıp da fırınladığım kırmızı biber patlatması (artık gerçek ismi her neyse) vardı sarımsaklı-sirkeli. Onu çıkardım sofraya. Börek ısıttım. Kocaman da bir salata yaptım. Doğru dürüst yiyen olmadı zaten her şey masada kaldı..

3 yaşlı insanı aynı anda misafir etmek çok zormuş bunu anladım. Üçünün de kulakları ağır işitiyor, özellikle babaannemin. Her söylediğinizi ona iki belki üç kere tekrar etmeniz gerekiyor. Bir yandan diğer misafirlerin sohbetleri devam ediyor. Her şeye de bir yorumları oluyor sağolsunlar. Böyle iki üç çocuklu misafirde kafanız şişer ve zorlanırsınız ya, işte çocuk ya da yaşlı hiç farketmiyormuş meğer..

Babaannemi zorla ikna ettik dün gece bizde kaldı. İlkten çok hevesliydi, babamların gitme saati gelince tereddütte kaldı. Gitsem mi gitmesem mi :)) Sıkılırsın dediler önce, biz inat ettik. Bir daha ne zaman gelip de kalacaksın diye. Kırk yılda bir geldikleri için.. Korktu kadıncağız heralde. Hem yük olmaktan hem de ne bileyim yalnız kalmaktan mı?

Neyse açtık televizyonu. Önce Terminator 2'ye baktık. Hoşuna gitmedi ve biraz korktu sanırım. Sonra yaşına ve tavrına daha uygun bularak Zeki Alasya - Metin Akpınar'lı bir film bulup onu açtım. Seyrederken uyuyakaldı tontim..

Sabah da erkenden kalkmış babaanneciğim. Biraz da rahatsızlanmış.. Bugün doktora getireceğiz.

Getireceğiz diyince, Ereğlililer götürmek fiili yerine getirmek fiilini kullanırlar. Ben yukarıda o amaçla kullanmadım belirteyim hemen :) Ben zaten hastanede olduğumdan, malum iş yerim, buraya getireceğiz anlamında kullandım..

Jeffrey Archer'ın Onur Meselesi'nden sonra bahsedeceğim.

Kitap kurtları

(Resimler wikipedi dan)

Süper! Süper! Süper!

İşte budur sevgili seyirciler. Daha önce bir blogda Jules Verne'in bütün kitaplarının 4,90 a satıldığını okumuş ve çok heyecanlanmıştım. Ama bahsi geçen siteden daha önce hiç alışveriş etmediğimden emin olamamıştım ve hevesim kursağımda kalmıştı.

Az önce Peloş'um için bir kitap araştırırken o da ne, Jules Verne'in kitapları ideefixe'te de %60-70 indirimlerle yine 4,90 a satılmıyor mu? Allahım bu ne mutluluktur. Hemen girdim alışveriş sepetimi doldurdum. Tabi arkadaşlara da bu güzel haberi vererek her bir kitaptan 3 adet olmak suretiyle siparişimi verdim. Allahtan burda gümrük yok da ticari amaçladır bu kitaplar diyerek siparişime engel olacak memurlar yok :)

Daha önce kitapları okumuş ya da filmlerini seyretmiş olsak da hepsini biiiiiiiir bir okuyacağım. Yorumlarımı da hemen eklerim ilgilenen arkadaşlar için.

Çok mutluyum! Yuppiiiiiiiii! :))

26 Ağustos 2007 Pazar

Cancanlarla haftasonu

Haftasonu bitirdim Cinayet Alfabesini..

Aslında yine bitiremeyebilirdim. İstanbul'dan çok sevgili dostlarımız geldi çünkü. Badem'in üniversiteden "şişe" ve bir sürü macerasını paylaştığı Selimcan ve onun şeker mi şeker eşi Ayça kızımız.

Cumartesi aradılar ve biz Akçakocaya geliyoruz dediler. Yuppii!! Akçakocada çok yapacak bir şey yok tabi. Burdan Zeynepleri de ayarladık çıktık gittik. Sapakta buluştuk kibar arkadaşlarımızla..

Önce karınlarını doyurduk Bülent'in Yeri'nde. Pidelerimizi midelere indirip kaleye gittik. Denizle araları pek iyi değilmiş meğer. Buz gibi gazozlarımızı içip kendi şehrimize dönelim en iyisi dedik ve biraz deniz kıyısında oturup Ereğli'ye döndük.

Eskiden Musiki Derneği olan ve benim küçükken içinde cüceler var düşüncesiyle korktuğum ve şimdilerde Taş Bina ismiyle hoş sohbet bol muhabbet, oh ne güzel manzara kıvamındaki yere gittik. Otlu ayran içtik. Sonra da evimize geldik şeker misafirlerimizle birlikte.

Ben misafir ağırlamayı çok severim. Belki aileden gelen bir özellik. Evde misafire yönelik her türlü ihtiyaç malzemesi mevcuttur. Yedek lifler, diş fırçaları vs. Elimizden geldiğince rahat ettirmeye çalışırız sevdiklerimizi.. Şimdiye kadar şikayet eden olmadı :))

Neyse, hazırlandık ve Yalı Restorant'a gittik. Bu güzel lokantanın büyüsüyle yazdığım "Saat akşamın 8'i" hikayesinden de hatırlayacaksınız. Çok güzel bir yerde, çok leziz yemeklerle hizmet veriyor. Arkadaşlarımız da çok beğendi özellikle mezelerini..

Ertesi sabah meşhur çınaraltına kahvaltıya gittik bir yanımızda denizde yüzen ördek ailesini seyrederek. Diğer yanımızdaki kedi-fare arasında geçen vahşi dünyayı anlatmayacağım :) Kahvaltıdan sonra sandal kiraladık lise yıllarımızdaki gibi.. Yarım saat boyunca bir Ayça kızımız çekti kürekleri bir Selim oğlumuz.. Biz Bademle iki uçta keyif yaptık. Ben ayaklarımı suya saldım, çırptım çırptım eğlendim.

İyki geldiniz sevgili dostlar. Böyle süprizlere her zaman açığız. Umarız rahat ettirebilmişizdir sizi. Bir sonraki maceramızda buluşmak dileğiyle, sizi seviyoruz! :)

24 Ağustos 2007 Cuma

Japonların uçtuğu an.. :)

Kangurunun gönderdiği bu linke bayıldım. O kadar güldüm o kadar güldüm ki gözlerimden yaş geldi :)) Kahkahalara boğulmak için utlaka seyredin derim..

23 Ağustos 2007 Perşembe

Her "şey" ayrı yazılır..

Türk Dil Kurumunun bir hizmeti var. Bir elektronik postayla başlamıştı bu hizmet. Mesela bana her gün iki kelime ve anlamını elektronik posta ile gönderiyorlar. Çok bilgilendirici oluyor gerçekten de.

Her gün biri yabancı, biri türkçe iki kelime geliyor. İlki yabancı olan kelimenin anlamı ve tabi ki Türkçemizdeki karşılığı , ikinci kelimenin ise sözlük anlamı oluyor bu postada..

Dünkü çok hoştu, buraya da yazmak istedim. Günümüzde hepimizin neredeyse Türkçeymiş gibi rahatça kullandığımız post it kelimesine karşılık "pusulacık" kelimesini önermişler. Çok şeker geldi bu kelime. Pusulacık :)

Türkçe'nin yanlış kullanılmasına üzülüyorum. Bazı bloglarda kelimelerin yanlış yazıldığını, yazım kurallarına uyulmadığını görmek beni üzüyor. Mesela çoğu kişi "de" ve "da" ların hangi koşullarda ayrı hangi koşullarda bitişik yazıldığını bilmiyor ki bu bana çok ilginç geliyor. Bir de yazarken rahat ve şeker olma durumu var. Di mi (değil mi), bi (bir) gibi okurken insanı gülümsetebilecek kelimelerimiz de var. Onlara eyvallah. Ama gidiyom, geliyom ya da herkez yazan insanlar da var.

Tabi bütün bunlar blog dünyasında değil. Dışarda da bu şekilde yazan insanlarla karşılaşıyoruz. Ben özel isimlerin yabancılaştırılmasını da çok saçma buluyorum mesela. Yok Türkiye'nin Turkey olarak bilinmesi de anlamsız. Be kardeşim, Türkiye'ye Turkey derken İstanbul'u niye olduğu gibi kabul edip söylüyorsun o zaman? Özel isim özel isimdir. Biz senin Jack'ini Can diye mi çağırıyoruz?

Neyse özete gelelim. Herkes Z ile değil S ile biter bilmeyen arkadaşlar. Vurgu anlamında kullanılan de ve da'lar ayrı yazılır. Bu tip konular için T.D.K.'nın sitesi çok güzel bir bilgilendirici.

Dün Agatha Christie'nin elimdeki kitabını, Cinayet Alfabesini, bitirmek için çabaladım ama olmadı. Hava sıcaklığının verdiği bunaltıyla hiçbir şey yapasım olmadığı gibi bir yandan uykum varken bir yandan uyuyamıyorum. E çok ilerleyemedim tabi bu durumda.. Kitap da bitemedi işte. Aslında ardarda 3 A.C. oldu. Bundan sonra başka bir yazara geçip A.C. lere sonra devam edeceğim. Okuduğum diğer A.C. yorumlarım için buraya ve buraya bir tık lütfen..

22 Ağustos 2007 Çarşamba

Son animemiz (son derken son zamanlarda seyrettiğimiz)..

Ne zamandır bahsetme fırsatı bulamadım. Aralarda seyrettiğimiz filmlerin yanısıra her gün bir kaç bölüm olmak suretiyle seyrettiğimiz bir anime dizi daha bulduk : Neon Genesis Evangelion (Soldan sayarsak Misato, Asuka, Shinji, Rei, Dr. Ikari-Shinji'nin babası, valla bu ablanın ismini hatırlayamadım!)

Bu dizi de güzel ama düşündükçe aaah ah benim küçük simyacı kahramanlarım diyorum. Hani insan dizilerde ya da filmlerde kendine bir karakter bulur ve onu çok sever aklından çıkarmaz ya, ben de anime bile olsa böyle hayatımdan insanlar gibi bakmışım Alphonse ve Edward'a 51 bölüm boyunca :) Onlar gibisi olamaz yani (Şunların şekerliğine bakar mısınız yaaaaaa, janım benim janııııııııım)..

Şimdi bu yeni dizide Ikari jr var yani Shinji, sanırım doğru yazdım, sonra yine sevdiğimiz karakterlerden Misato Katsugari ve Rei Ayanami var.

Yıl 2015. Dünyayı uzaylılar, bu filmdeki isimleriyle angel lar istila etmiş. Bizim Japonlar da angellarla savaşıyorlar. Unit 00, Unit 01 ve Unit 02 olmak üzere 3 tane form(insan-makine) oluşturmuşlar ve bu formları çocuklara kullandırarak angelları yenmeye çalışıyorlar. Kırmızı olan yeni katılan karakterlerden Asuka'ya ait, mor olan 3. çocuk olarak adlandırılan kahramanımız Shinji'nin kullandığı form, diğeriyse Rei'nin formu.

Daha başta sayılırız gerçi son da yakın. Bu Full Metal Alchemist gibi 50 bölümden değil yalnızca 26 bölümden oluşuyor :( Kısa yani. E biz de 10. bölüme geldik. Gerçi sonunda bunda da filmler varmış ama az kaldı işte..

Anime severler için öncelikle ve özellikle FMA'yı sonra da Evangelion'u tavsiye ederim.

20 Ağustos 2007 Pazartesi

Bir Ferzan Özpetek filmi

Dün Bademle sinemaya gittik ve Bir Ömür Yetmez'i seyrettik.

Evelsi gün bütün gün başım ağrımış ve midem bulanmıştı. Sıcaklar beni böyle etkiliyor. Güneşte fazla kalırsam mutlaka yaşıyorum bu ağrıları. İşte yine öyle bir sonrasında rahatsızlığımı tam olarak üzerimden atamadan sinemaya gittiğim için biraz "rahatsız" olarak seyrettim filmi. Belki o yüzden çok içime işlemedi. Yorumlara baktım da bazı kişilerce seyrettikleri en güzel film olarak bile adlandırılmış. Bazıları da hiç beğenmemiş. Ben biraz arada kaldım. Kendimi dinlemekten filmle pek ilgilenemedim sanırım. Filmle ilgili olarak tıklayınız, Bir Ömür Yetmez.

19 Ağustos 2007 Pazar

Obarey

Haftasonu canım kardeşim (ablam) ve eniştem burdalardı. Cumartesi sabahtan yola çıkıcaz dediler. Ben erken uyandığım ve ablamın erken uyandığını da bildiğimden hemen aradım. Açan yok. Aradan bir 5 dk geçti. Tekrar aradım. Yine açan yok. Bu sefer evden aradım. Açan yok..

Evden çıkmış olduklarına kesin kanaat getirince bu sefer bi ablamı bi eniştemi aradım. Açan yok. Bu şekilde tam bir saat yerimde duramazken telefon ettim, telefon bekledim yok yok!

Deli olmak üzereyken kardeşim aradı neyse. Duymamışlar meğer telefonu.

Kardeşim cep telefonunuz varsa, üretim amacına uygun olarak lütfen süs olarak değil iletişim aracı olarak yanınızda taşıyın!

Yolda oldukları haberiyle rahatlayınca kitabımı okumaya devam ettim ve bitirdim bir Agatha Christie kitabını daha. Yine Poirot'tan önce çözemedim cinayeti. Hatta şaşırdım bu sefer. Özetim için bir tık, Elmayı Yılan Isırdı.

17 Ağustos 2007 Cuma

Kozmetik çılgınları

Alışveriş severler için bir site önerim var. http://us.strawberrynet.com/

Belki daha önce görmüş ya da duymuşsunuzdur. Yabancı bir alışveriş sitesi. Fiyatlar Türkiye'ye göre oldukça uygun. Neredeyse % 50 indirimle satılıyor. Ben daha önce bu siteden alışveriş yaptığım için güvenle tavsiye edebiliyorum size. Fiyatların uygunluğu kadar adamların çalışma şekli de güzel. Bir kere çok ilgililer. Her durumda sizi elektronik posta ile bilgilendiriyorlar. Aldıklarınız size taaaaaaa Hong Kong'dan geliyor ama sanıldığı kadar uzun sürmüyor. Mesela benim siparişim 9 günde gelmişti (haftasonları dahil). Yurtiçi Kargonun Ereğli şubesine gelen bir kargomu adresime getirmesinin 3 gün sürdüğü düşünülürse (en fazla 10 dakikalık yol) Hong Kong'tan gelen siparişimin 9 günde adresimde olması çok iyi bence.

Ayrıca her alışverişte karınız daha da artıyor. Mesela ilk kez alışveriş yapan müşterilerine yaklaşık olarak ayda bir değiştirdikleri bir hediye ürün oluyor ki bu şimdilik Stila marka ruj. Daha önce Loreal'in lip glossları falan vardı. 3 kalemlik siparisinizde % 5 indirim kazanıyorsunuz. İkinci ve üçüncü sipariş diye uzayan listede indirimlere ilave olarak ek % 1, % 2 gibi indirimler de kazanıyorsunuz ki Allah'ım daha ne duruyorum dedirtiyor size (en azından bana) :))

İki yakışıklı arasındaki şeker

Dün cnbc-e dizilerinden bahsederek bir giriş yapmıştım. Ama Kuzeyde Bir Yerlerde kaybolmuşum! :)

Şimdi cnbc-e ye geri döneylim.

Bahsetmek istediğim dizinin adı "Two Guys and a Girl and a Pizza Place". Anlaşılacağı gibi olayların çoğu meşhur pizzacıda geçiyordu. Çok şeker bir kız ile hangisinin daha yakışıklı olduğuna karar veremediğim iki erkekten oluşan muhteşem bir kadrosu vardı. Tabi bu çocuklardan birinin bir ayrılıp bir barıştığı sevgilisi de çoğunlukla göz önündeydi.



Birbirleriyle muhabbetleri falan o kadar şekerdi ki komedi dizisi olarak en sevdiklerimden biri haline gelmişti kısa zamanda. Ama onun da sonu geldi tabi. Bir yandan biten dizilere üzülürken bir yandan da yeni yayına giren başka güzel dizilerin heyecanını yaşardım :)
Sırasıyla aklımda değil ama yine cnbc-e de bayıla bayıla seyrettiğim Time of Your Life, Get Real dizilerinden de bahsedeceğim. Ama önce bir resim araştırmasına çıkmam gerek.

15 Ağustos 2007 Çarşamba

Kuzeyde Bir Yer

Eski dizilerden bahsedince iştahım kabardı ve düşünmeye başladım. Daha önce Real Fiesta-Hakiki Muhabbet'te de bayıla bayıla okuduğum eski diziler hakkında yazmak istedim ben de. Real Fiesta da bahsedilenlerin çoğunu seyretmişim şaka maka. Sanırım eskiden şimdikinden de fenaymışım televizyon konusunda. Sabahları saati falan kurup da dizi ya da çizgi film seyretmeye kalktığım günleri çok iyi hatırlıyorum :)


Benim bahsedeceğim diziler yine cnbc-e den olacak. Yalnız bir de TRT'nin o eski zamanlarında yayınladığı harika bir dizi vardı. Ekşi sözlükte de bakınca gerçekten de reklamı falan olmamasına rağmen çok izleyicisi olduğunu farkettim "Kuzeyde Bir Yer"in. Sanırım ortaokulda falandım o zamanlar. Dizi bitip de aradan seneler geçtikten sonra dizinin hasretiyle yanıp tutuşurken özellikle TRT'ye bir sürü elektronik posta attım ama girişimlerimden bir sonuç alamadım maalesef. Şimdi dvd lerini arıyorum :))


Diziye gelince, her şey net bir şekilde aklımda değil tabi ama hatırladığım kadarıyla Joel adında çok şeker bir doktor vardı (Rob Morrow),






sonra hep sevgili olmalarını istediğim Maggie vardı (Janine Turner),


radyoda çalışan ve dizideki favorilerimden biri olan yakışıklı Chris (John Corbett)







ve tabi olmazsa olmazlardan bir kızılderili olan Ed (Darren E. Burrows). Bir sürü başka karakter de vardı ama resimlerine bakmama rağmen onları çok hatırlayamadım.


Bunlar isminden de anlaşılacağı gibi kuzeyde bir yerde yaşarlardı. Mevsim sürekli kıştı. Hep kalın kalın kıyafetler giyerlerdi. Mevsim kıştan döndüğünde bile soğuktan atkı-bereyle falan dolaşırlardı. Çok güzel muhabbetleri vardı. Hele ki Chris'in radyo sohbetlerine bayılırdım.

Ah bir bulsam da tekrar seyretsem. Ballandıra ballandıra anlatırım size emin olun :)) Badem burda sana iş düşüyor. Hadi bakalım pış pış! :)

14 Ağustos 2007 Salı

Bir anime daha..

Seyretmekte epey geciktiğimiz bir anime daha vardı sonunda dün akşam onu da seyrettik.

Miyazaki ustanın beğenilemeyecek bir animesi olamaz zaten. Hayatımda çok büyük bir parça olan diziler bir kaç gün ön sırada dursun isterdim ama Laputa bekleyecek gibi değildi :))

Özet ve resimler için haydi tıklayalım : LAPUTA!

Yine maziden, eski dizilerden

Ben lise yıllarındayken, liseydi heralde ya doğru hatırlamış olmalıyım, Dawsons' Creek diye acaip büyük bir heyecanla beklediğim bir dizi vardı cnbc-e'de. Üniversite yıllarında da merakla seyretmeye devam etmiş ve salak Joey, romantik Dawson, şeker ve tabi ki sevgili Pacey ile ben de büyümüştüm(Soldan sağa:Pacey(Joshua Jackson), Jen(Michelle Williams), Dawson(James Van Der Beek), Jack(Kerr Smith), Joey(Katie Holmes).

Sevgili kelimesinden de anlaşılacağı gibi en sevdiğim karakter Pacey idi. Yani Joshua Jackson.

Bu dizi bazı zamanlarda Beverley Hills dizisine benzese de çoğu zaman çok güzeldi. Benzeşmesi de herkesin bir noktadan sonra eski sevgiliye dönüşmesinden. Ve aslına bakılırsa mesela Joey'nin dizide çıkmadığı adam kalmamıştı. İşte bu yüzdendir ki Joey görüntü olarak hoş, bazı zamanlar abuk bakışlı, olsa da karakter olarak pek hoşlaştığım bir tip değildi. Tabi yine de o ve arkadaşlarının maceraları üniversite yıllarımın en merakla beklenen şeylerinden biri olmuştu.

Daha sonra Joshua Jackson'ı The Skulls ya da Gossip gibi filmlerde de seyrettik. Ama dizideki havayı bulamadık tabi.



Katie Holmes ise aldı başını gitti. En son bombayı da Tom Cruise ile evlenerek yaptı. Şimdilerde Suri adında tipi oldukça değişik olan bir çocukları bile var. Dahası Katie Holmes güzelim saçlarını kestirme gafletinde bulunmuş ki ben beğenmedim. Yine de bu fotoğrafa çocuk doğurduktan sonra kavuştuğu zayıflığa hayran kalarak ve iç geçirerek baktığımı itiraf etmeliyim.

Üniversite bitip de tekrar Ereğli'ye döndüğümde Dawsons's Creek bitmişti (gerçi digitürkte eski bölümler tekrar veriliyordu). Ben de yine cnbc-e dizilerinden The O.C. ile hasret gidermeye çalıştım ki o da oldukça hoştu (soldan sağa: Seth Cohen(Adam Brody), Summer (Jachel Bilson), Marissa (Mischa Barton), Ryan(Benjamin Mckenzie).


O.C.'yi de merakla bekleyip seyretmeme rağmen bir zaman sonra seyretmez oldum. Ama şimdi bölümleri toparlamaya çalışıyorum.

Bu arada Mischa Barton'ın yeni saçlarını da beğenmedim. Hıh! :)

Nostaljik takılalım

Dün Bademle sinemaya gittik. 28 Hafta Sonra vardı büyük salonda. Büyük salon dediğim de Bademle evlendiğimiz sinema salonu. Bir de cep sineması var. Zaten topu topu bu kadar sinema salonumuz var şehrimizde.

Biz Bademle düğün değil nikah suretiyle evlendik. Nikah salonu o kadar küçüktü ki ikimizin de tanıdıklarını alması mümkün değildi. O yüzden ben baştan beri, sinema fanatiği olmanın verdiği bir şevkle, sinemada evlenmek istedim hep. Bu fikri Bademe açtığımda o da çok heyecanlandı. İki başımıza sinemaya gidip yetkililerle konuştuk. Ben olumsuz tepki alacağıma o kadar inandırmışım ki kendimi, nasıl yalvarsam falan diye bir kaç gün düşünmüş öyle gitmişim hatta :)

Adam hemen tabi olur cevabını verince önce afalladım. Sonra cevabın güzelliği karşısında mest oldum ve hemen ailelerimize güzel haberi verdik. Sinema salonumuz siz deyin 500 ben diyeyim 600 kişi alıyor. Ona rağmen ayakta insanlar vardı. Ama çok da güzel oldu nikahımız. Ereğlide 70-80 lerde sinemada evlenenler olmuş. Onların üzerine ilk biz orda evlenmişiz. Çok romantik oldu :) Perdeye de Bademle resimlerimizi yansıttık güzel güzel müzikler eşliğinde. Seyredenler çok memnun kalmışlar, nikahtan aylar sonra bile bu tip yorumlar almak çok çok güzel oldu.

Bir ara nikahtan resimler yükleyebilirsem buraya, güzel olur. Müziklerden de ilk aklıma gelen Married With Children'ın şarkısı mesela :)

Neyse bu yazıya asıl seyrettiğim filmler için başlamıştım. O şekilde devam edeyim. Dün afişlere de bakarken arada bir sürü film seyrettiğimi ama buraya yazmayı unuttuğumu farkettim. Breach bunlardan biri mesela. Bir de en son dün seyrettiğimiz 28 Hafta Sonra var işte. Tabi öncesinde de bir sürü film var ama şimdilik bu ikisi aklımdayken unutmamak için isimlerini yazayım diye düşündüm. Vakit bulup da filmler hakkında özet/yorum yazılarımı hazırlayabildiğimde buradan bakabilirsiniz (28 Hafta Sonra, Breach).

12 Ağustos 2007 Pazar

Haftasonu Kültürü

Bu arada haftasonu bir kitap daha bitirdim. Bu A.C.'nin okuduğum ilk kitabı değildi. Ama aradan çok uzun zaman geçmiş. Hercule Poirot bile tanıdık bir karakter gibi gelmedi. Bir de daha önce çok iyi hatırladığım On Küçük Zenciyi okumuştum mesela. Çok çok güzeldi. Bu kitap o kadar şaşırtıcı olmasa da güzel sayılırdı..
Özetini okumak için buraya (Beş Küçük Domuz) tıklayınız.

Peloş'umun feryatları

Haftasonu Peloş'um burdaydı. Peloş diyince mazisini de anlatmak gerekir tabi..

Yıl 1997. Üniversiteyi daha yeni kazanmış ve İstanbul'un TV'lerde sürekli polislerle birlikte gösterdiği Beyazıt'ın ortasına düşmüşüm.. Benim gibi 170 kişi daha var kayıt sırasında. Bunlardan biri de Peloş. Amma ve lakin ilk zamanlar birbirimizden haberimiz yok. Günler ilerledikçe onun arkadaşı benim arkadaşımı tanıdıkça bizim de tanışmamız sağlanmış ve kardeş olmuşuz..

5 senelik (4 sene okul, bir sene iş hayatı) İstanbul maceramın % 80 inde yanımda olmuş Peloş'um. Haftanın 3 bazen 4 günü bizde kalıp vakit geçirmişiz. Ben o zamanlar da tavukmuşum :) Ben uyuyakalırken Peloş da TV'mizle başbaşa kalırmış. Ama şikayet edemez, bu sayede cnbc-e dizilerimle tanışmış kendisi ve hayatının vazgeçilmezi olmuş.

Onunla ilgili anlatacak çok şey var, maceralarımız, hayal kırıklıklarımız, ayrılıklarımız, mutluluklarımız.. Ama her şey bir anda anlatılamıyor. Üstelik ben maziden bahsetmekten çok hoşlanmıyorum. Çünkü o güzel günleri arkamda bıraktığım ve hatta yaşlanmaya başladığım aklıma geliyor ve üzülüyorum.

Bunları yazınca şimdiki günlerim kötüymüş gibi anlaşılmasın. Şimdi de mutluyum. Yanımda başka başka insanlar var, başka bir hayat telaşı içindeyim ve daha farklı bir hayat yaşıyorum, farklı sorumluluklarım var. Bugünün güzelliği ayrı dününkü ayrı. Bugün dünden ya da dün bugunden daha güzeldi diyemem. Böyle bir şeye gerek duymam çünkü. İkisinin yeri de çooooooook farklı..

Üniversite sonrasında Peloş'la bağlarımızı koparmadık. Birbirimizi eskisi kadar (her gün! :) yüzyüze göremesek de icat edene hayran olduğum cep telefonu ve internet sayesinde sık sık görüşebiliyoruz. Hala birbirimizin maceralarından haberdarız ama ne ben onun evine gidebilmişim bir daha, ne de o benimkine gelebilmiş.

Yıl 2007. Aradan 10 sene geçmiş.. Peloş artık ısrarlarıma dayanamayıp, kurslarının tatil dönemini de fısrat bilerek evimize konuk olmuş sonunda :)
(resim http://www.kdzeregli.bel.tr/ sitesinden alınmıştır)

İstanbulda bile yaşamadığı bir sıcak hava dalgasında kalarak "Allahım beni pişir" feryatlarıyla beni güldürmüş de güldürmüş :) Eskilerden de bahsedilmiş hafiften. Velhasıl güzel bir haftasonu geçirilmiş.

İyi gelmişsin Peloş'cum. Umarım rahat ettirebilmişizdir seni evimizde ve şehrimizde ve umarım bir 10 sene daha geçmez aradan :)

3 Ağustos 2007 Cuma

Mahalle arkadaşlarım

Aaaaaaaaaah kaç gündür Harry Potter okuyorum yine(Harry Potter ve Melez Prens). Bir yandan harıl harıl modundayım. Bir yandan da içten içe çabuk bitmesini istemediğim için uzun uzun ara vermeye çalışıyorum. Ama çok da başaramadım bunu çünkü iyice içine girdim kitabın. Zaman zaman ben de Haryy ile birlikte 7. kata çıkıp ihtiyaç odasına girmeye çalışıyorum. Ama henüz başaramadık ve Malfoy'u yakalayamadık sevgili seyirciler :)

Evet anlayacağınız üzere bir Harry Potter serisi daha heyecanla son bulmak üzere. Azıcık sayfası kaldı kitabımın bitmesine. Son olan 7. seri içinse çevirmenlerimizi bekleyeceğiz. Sanırım eylül-ekim gibi Türkçe basımıyla aramızda olacak kitap. Aslında gazetede 7. serinin Harry açısından sonunu okuduğum zaman büyük bir üzüntü duydum. Amaaaaaan sen de, altı üstü masal kahramanı demeyin. Dile kolay 6 kitap. İnsan bazen 1 kitapta bile kendini kitap kahramanlarından biri zannederken 6 kitapla birlikte Harry ve arkadaşları mahallemizin çocukları gibi oldular. Onların hakkında birşeyler okumak gerçekten keyifliyken sonunda mutlu olamayacaklarını (en azından Harry'nin) öğrenmek hiç hoş olmadı, hah şimdi siz de öğrenmiş oldunuz.. J. K. Rowling'e karşılık yeni bir son yazmak istiyorum ben. Henüz okumamım bu arada sonu :) Ama gazeteden okudum işte. O onla evleniyor o diğeriyle biri mutlu oluyor biri olmuyor. Ne anladım ben bu sondan? Hıh!

Bu arada 6. seriyi bitirdiğim zaman filmaniacta yorumlarımı bulabilirsiniz her zamanki gibi. Zaten ilk satırdaki kitap ismi de aktif hale gelecektir. Haftasonunu bekleyiniz henüz kitabı okumamış olan ve merak eden arkadaşlar. Filmi de kasım 2008 de vizyona girecekmiş.




Dün Simpsonsları da seyrettik Bademle. Eğlenceliydi. Filmaniaca onu da ekleyeyim hemen.